Kaybettiklerimiz, aslında bizim olmayan ama bize iyelik eki getirten o kaybedilenler.
çoğunlukla bir şeyin bizim olduğuna dair inancımız hayatımızda kalma süresi ile ilgilidir. Her seferinde aslında hiç bir zaman bize ait olmayan, olmayacak olan eşya,nesne,kişi ile sınandığımızı düşünürüz. Aldığımız nefesi bile geri veriyorken bu tapu bildirisi ne kadar garip(?) Belirttiğimiz gibi aslında iyelik eki getiriyoruz geniş anlamlı objelere ve kişilere.. Benimseyip bizden bir parça olduğunu düşündüğümüz her ne ise bize karşılık gelen bir anlamı olmadığını görünce büyük bir çaresizliğe bürünüp, içimizde vuslatlar biriktiriyoruz. Yıkıma uğrayan evler, ormanlar değil. Bazen bir gönülde kasırga oluşur, sebebi içimizdeki sanrıların karın ağrısından başka bir şey değil. Hiç kimse kafesimize koyacağımız bir serçe değil, bunu kafesin kapağını açtığımda öğrendim. Uçmakta ısrar eden kuşları, orada zorla tutmanın bencillik olduğunu öğreniyoruz zamanla. Arzularımız, tutkularımız,bencilliğimizi de koyduğumuz nesne ile birlikte koyuyoruz oraya. Ve işin hüsran tarafıdır ki zamanla bizler de çul çürütene dönüyoruz.
Olmasını istediğimiz her kalıp bizi bir kalıba sokuyor, üstelik ustası sanıyoruz kendimizi. Uçup giderken elimizden içimizdeki , süveyda alevleniyor. Bakıyoruz ki kendimize bizi çok güzel şekile getirmişler. Ve meyus kimliğimiz gün yüzüne çıkmış. Sonra ne mi oluyor(?) inancı bitmiş, asparagas gupselerle tebessüm eden bir kimlik. Siz olması gereken hayatı, olmasını istediğiniz hayata çevirirseniz hayatta sizi olmadığınız insanlar kimliğine sokar. Bakarsınız yine gülden ayrılan bir bülbül konmuş kafesinizdeki suya, sana geldiğini sandığınız bir obje aslında kendine bir çare aramaktayken, bizler kafesin kapısını hiç kapatmayalım. Düşünülmüş gözlerinize geliyorsa eğer, kafese değil gönlünüze girer.