Bir oda düşünün. Birçok derde, yaşamın acılarına ortak olmuş duvarlarıyla… İşte bu gerçekliğin dizisi “Kırmızı Oda”
Doğdumuz an bizimle başlayan bir hayat var ve biz daha hiçbir şey bilmezken hayatın bize sunduğu kadarıyla kendimizi, yaşamayı tanıyoruz en azından tanımaya çalışıyoruz. Fakat hayatın bize sundukları o kadar farklı ki birimiz çok mutlu kahkahalara boğulurken, birimiz küçük bir masanın altında büzülmüş hüzne boğuluyoruz. Evet Alya’dan bahsediyorum. Sevgi nedir bilmeyen, çirkin olduğuna inandırılan hatta cadı olan Alya’dan…
Birimiz annesi tarafından giydirilip, kardeşimizin elinden tutup okula giderken, birimiz anne olup kardeşlerimizle hayata tutunmaya gidiyoruz. Meliha. Belki de hayatın yüzüne gülmeyi unuttuğu bir kadın.
Birimiz çocukken eğlenmek için çalarken düdüğünü, birimiz korku için ,silahların sesi için ve hatta annemizin ölümü için çalıyoruz düdüğümüzü. Çaresiz kalmış bir çocuk Osman.
Ben haftada bir kez görüp etkilendiğim birkaç kişiden bahsettim. Ama onlar hayatları boyunca bu yaşadıklarından hep etkilendi.
Ve hepsinin altında yatan en büyük sorun sevgi nedir bilmeyen insanlar idi . Alya sevilseydi yaşar mıydı bunları, küçük akıllı bir kız çocuğuyken oyun oynamak nedir bilmez miydi? Peki ya Meliha yaşadığı o kasaba sevgi nedir bilen insanlardan oluşsaydı böylesine acır mıydı canı? Osman, insanlar silahı bir eğlence aleti görmeyip mutluluğunu gülüşleriyle yani sevgiyle belli etseydi kalır mıydı annesiz? Ve daha niceleri, bizim çağımız… Bizim yaşadığımız çağ insanları bilseydi sevgiyi; haberler izlenebilecek, dünya yaşanılabilir hale gelebilecek miydi…?
“sevgi her şeyin ilacıdır”