Bugün sabah saatlerinde bir haber izlediğimizi varsayalım. Kadın cinayetleri, pedofili, din istismarı ve benzer birçok haber… Bunu düşününce bile nefesiniz, kalp atışınız hızlanıyordur, eminim. Lakin heyecandan değil, tamamen öfkeden, endişedendir. Bunlardan herhangi biri kapımı çalarsa düşüncesinin verdiği duygulardır bunlar.
Doğduğumuzdan beri birçok acının, hüznün beşiğinde bir oraya bir buraya uyutuluyoruz. Peki bu uykudan ne zaman uyanacağız? Uyanmak için ne yapacağız? Yapacağımız ilk şey, dilsiz bir şeytan olmaktan vazgeçmek olacaktır. Gözümüzü açacağız ve bunu düzeltmek için çare arayacağız. Uzun lafın kısası, herkes kendi kapısının önünü süpürecek. Ama bu bahsettiğim kapı somut bir şey değil, tamamen düşüncelerimizdir. Sorgulamamız ve bağnazlığın bizi bir kanser hücresi gibi zamanla lakin büyük bir hasarla içine çekmesinden sakınmamız gerekiyor.
Doğruyu ve yanlışı tıpkı bir süzgeç gibi ayırdıktan hemen sonra ne olacağını düşünelim. Artık bardağın dolu tarafından bakacağız dünyaya. Nefes alırken bu nefesin ademoğlunun elinden son bulacağını düşünmeyeceğiz. Çocukların tek derdi eğitim olacak. Farklılıklar kabul edilecek. İşte o zaman, dünya yaşanılabilir bir yer olacak. Ve eminim ki, bunları başarabilmemiz için eğitim gereklidir. Kişisel eğitim, okumak, anlamak, sorgulamak, araştırmak, ibadet ( bu kelime sizin için neyi ifade ediyorsa)… Bunlarla birlikte insanoğlunun kendini bulacağı kesindir. O zaman da bir soru kafamızı kurcalayacaktır: İnsanoğlu kendini ne zaman bulacak? İşte bu sorunun cevabını kapımızın önünü süpürdüğümüzde alacağız. Pisliği yan kapıya ittiğimizde değil!