Yeni bir blog yazısına hoş geldiniz. Ortada bir konu bile yokken nasıl bu kadar içimi döktüm inanın bilmiyorum ama size yazının kalanının bundan iyi olacağının sözünü verebilirim. Başlamadan Cobain’e de ufak bir gönderme yapmadan geçemeyeceğim: işte karşınızda hassas, değer bilmez bir gencin düşüncelerinden ufak bir kesit.
Ben Tanrı’nın küçük hassas kıymet bilmeyen ve balık burcu doğmuş bir kuluyum.
-Kurt Cobain
Her şeyden önce kabul edelim ki okumayı seven bir millet değiliz. İlimdir fendir işte o bizde pek yok. Bu durumda ekstra yazı anlamına gelen blog sayfaları ne yapsın? Herkes bir şekilde elindekiyle yetinmeyi öğreniyor. Zaten daha şairlerimize gereken önem verilmiyorken biz kimiz ki önem versinler. Ama böyle platformların iyi yanı da bu. Her önüne gelen yerine seçici kişilerle bir arada olmak. Bir şeyler yayınlamadan önce değil iki kere düşünmek, öncesinde uzun süre okuyucu kalıp sonra da yazı konusunda paslanmış halimi gidermek için sürekli rastgele konular hakkında yazılar yazıp pratik yapmam gerekti. Zor bir yolculuktu yani.
7. Sınıftan bu yana tekrardan bir şeyler yayınlamayı düşünmemiştim. Küçükken hikâyeler yazardım, büyüdükçe dersler, zaman kontrolü derken bırakmıştım. Son zamanlarında zorlanmaya başlamıştım zaten. İlham aldığım her şey yok olmuş gibiydi. Babama ancak bir deniz kıyısında ilhamın geleceğine inandığımı söylememle –sonbahar ve iç Anadolu koşullarını göz önüne aldığımızda mümkün değildi- beni varlığını bile bilmediğim bir baraja götürmüştü. Bir yararı oldu mu derseniz hayır, ama hala aklıma geldikçe beni gülümseten bir anıdır. O zamanlar hayalim yazar olmaktı. Sonra yazmanın karın doyurmadığı gerçeğiyle yüzleşince 6. Sınıftan beri yedek plan niteliğindeki hayalim olan psikolog olmakla ilgilenmeye başladım.
Şu an 12. Sınıfım. Bir süredir hayallerimin gerçek mi yoksa toplumun bana dayattığı şeyler mi olduğunu çözmeye çalışıyorum. Kafam fazlasıyla karışık yani. Olduğum ve olmak istediğim kişiyi arkamda bırakıp benliğimi unutmuş gibiyim. Etrafımdaki herkes benim için bu denli çabalarken benim böyle hissetmem de şımarıklık ve değer bilmezlikten başka bir şey değil belki de ama inanın birisinin sizin için fedakârlıklarda bulunması -siz daha ne istediğinizi bile bilmezken- omuzlarınızda taşıyabileceğinizden çok daha fazla bir yük oluyor. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. Özellikle de ailem bu kadar destekleyiciyken. Ben sadece toplumun beni yaptığı insan olmayı reddedebilmek istiyorum.
9. Sınıfta beni zorla danışmana gönderdiler. Yanlış anlamayın asla depresif biri değildim her zaman neşeliyim ama kafamın içindeki düşüncelerden kurtulamıyorum. Hayatımızın hiçbir amacı olmadığını ve ölene kadar çalışmak istemediğimi düşünüyordum. Sorularıma ailem cevap veremiyordu, danışman da verememişti aslında. Söylediği sadece çalışmamız gerektiğiydi. Oysa ben hırsın ve azmin beni insan yapan duygularımın önüne geçmesine müsaade etmeyi reddedebilmek istiyorum.
Ben daha 18 yaşındayım dünya düzenini değiştiremem. Ya da bana dayatılan değil de kendi doğrularımla tüm dünyayı karşıma alıp savaşamam. Bunun sonumu getirmekten farksız olduğunu anlayabiliyorum.
Bir süredir Furkan Celep’in intihar notu üstüne düşünüyorum. Başlarda her seferinde kendimi ağlarken bulsam da zaman geçtikte her satırını inceleyip anlamaya başladım. Gerçekten neler hissettiğini anlayabiliyordum. Zaten intiharının bu kadar ses getirmesinin sebebi yazdıklarının ülkemizde her gencin kendinden bir şeyler bulduğu nitelikte şeyler olmasıydı. Tabi bazı haber siteleri böylesine derin ve kapsamlı ele alınması gereken bir notu, ev ve arabaya indirgeyip anısına büyük saygısızlık yapmıştı gözümde. -Devam etmeden Furkan Celep’in; henüz 15 yaşında olmasına rağmen ailesi sebebiyle intihar edip, insanların sadece twitter hesabından idolüne yazmış olduğu mesajlarla dalga konusu haline getirdikleri Melisa’ya yazdığı kısmı okumanızı isterim.
“Son kez buradayım Mel. Aynı söz verdiğim gibi, ölene kadar seni unutmayacaktım sana bol bol yazacaktım sözümü tuttum. Şu an bir uçurumun kenarındayım. Bunlar sana son sözlerim. Kalbim hızlı hızlı çarpıyor. Doğayı, güneşi, denizi son bir defa hissediyorum. Merak etme sakinim ve korkmuyorum. Birazdan ölmüş olurum. Oraya yanına gelmek için sabırsızlanıyorum. Gelince bol bol uzun uzun konuşalım Mel buna ihtiyacım var olur mu?”
-Furkan Celep
Etrafınıza bakın, insanlar toplum içinde yalnızlaşıyor. Bir süreden sonra kendi kimliğini de kaybediyor. Sosyal medyada gördüğümüz şeyler sahte. Koyulan kitaplar, vücutlar, pozlar, mutlu yüzler… hepsi. Sürekli birbirimizle içinde olmak istemediğimiz bir saçma bir yarış halindeyiz. Bazılarımız buna dayanabiliyor bazılarımızsa denemek dahi istemiyor.
Tehlikeli yaşlardayız. Henüz hayata, topluma boyun eğmeyecek kadar genciz. Henüz bir birey olmanın heyecanını yaşıyorken acımasızca ‘gerçek hayat’ kavramına çarpıyoruz. Baş edemeyince olmaktan kaçtığımız kişiye dönüyoruz. Ama bir şekilde uyum sağlıyor hatta toplumdaki indirgenmiş yerimizi kabullenip bu düzene bir tuğla da biz koyuyoruz.
Biz bu değiliz. Bu kadar basit değiliz. Olmamalıyız. Yaptığımız her şey geleceğimiz için. Sürekli gelecekte daha rahat bir hayatımız olsun diye çabalıyoruz. Anın tadını çıkarmak yerine sürekli ileriye dönük planlar yapıyoruz. Ve sonra daha da ilerisine. Peki, bir geleceğimiz olacağını nereden biliyoruz? Yarını göremeyeceğinizi düşünün. Bunca zaman hayatınızla ne yaptınız? İstediklerinizi mi sizden beklenenleri mi? Peki sonunuzun nasıl ve ne zaman olacağını bilseniz böyle mi yaşardınız? Cevabınızın hayır olduğunu tahmin edebiliyorum. Ne zaman öleceğimizi bilmediğimize göre neden her günü son günümüz gibi yaşayamıyoruz. Ancak bu şekilde yaşamanın hakkını verebiliriz.
Aslında daha söylemek istediğim bir sürü şey var ama demek istediğimizi anladınız. Size son sözüm statülerinizi bir kenara bırakmanız. Onlar kim olduğunuzu belirlemez. Kendinizi tanımak istediğinizde onlar olmadan kim olduğunuza bakın. Umarım hiçbiriniz hayal kırıklığına uğramazsınız.