Ne zaman aynaya baksam, kendimi sanki ortadan ikiye ayrılan iki insanın tek bedendeki buluşmasıymış gibi görüyorum, işin komik kısmı gördüğüm iki insan, ikisi de benim, biri geçmişim, biriyse geleceğim.
Arada kaldığımın, bir savaş verdiğimin yeni yeni farkına vardım, kaçmaya çalıştığım ne varsa bana satır aralarında hatırlatıyor hayat teker teker onları, kendimin iki yarısını, geçmişimi ve geleceğimi.
Üstelik öyle anlarda hatırlatıyor ki bazen diyorum “Acaba ben mi takıntılıyım sadece” diye, anlayamıyorum, onca şeyden, soğumadan, can sıkıntısından, ters köşeden sonra ben halen daha nasıl oluyor da o iki insanın arasında kalıyorum, bir tarafım geçmişin bile daha güzel hali diye bağırıyorken diğer tarafım bana artık geleceği inşa etmem gerektiğini fısıldıyor.
Hangisini dinleyeceğimi ise bilmiyorum. Akla da kalbe de hem cazip hem berbat gelen iki şık arasında gidip geliyorum, aslında sadece benim dinlememle de iş bitmeyecek çok iyi biliyorum, birtakım konuşmalar yaşanmazsa şayet gerek içsel gerek dışsal, muhtemelen bazı sorular yalnızca soru olarak kalmaya devam edecek.
İnsanın kafası neden bu kadar karışık?
Ne karıştırıyor yani içerisini tam olarak?
Neyden kaçıyoruz biz?
Kendimizden, elbette kendimizden, başka neyden kaçacağız ki zaten?
Herkesle yüzleşmiş bir insanın, en büyük zaafını bile halletmiş bir insanın, yüzleşmesi gereken kim kalmıştır ki başka?
Kendisi kalmıştır sevgili okurlar, kendisi kalmıştır.
O kadar dışa vurmuştur ki sorunun kaynağını, asıl merkezin neresi olduğunu unutmuştur insan, tam da bu yüzden geçmişin izlerini yok etse de benzer esintilere denk geldiğinde, halen daha deli gibi heyecan kaplıyor içini, tabi dönmek isteyen kim, üstünden uzun yıllar geçmiş birisinin karbon kopyasına, aynı yaşta aynı emsalde üstelik, eski bir resmine bakıyor gibi hissettiren birine, belki biraz daha açık tenli haline, onca yolu kat ettikten sonra neden tekrar, farklı bir “Geçmiş” ile sınasın ki kendini?
Geleceğine ne demeli peki?
Belki de tam olarak olmak istediği kişi?
Kendisinin kilitlerini açacak olan, bazı anıları ona unutturacak olan, hayatın üstesinden birlikte geleceklerine inandığı, hep aklındaki gelecekten ona vizyon tutan bir ışığa, neden gitmeyi istemez peki?
Bunun cevabı da çok basit, gerçekten istediği o mu ya da o vizyona layık mı?
Kendisinin bir diğer yarısı olan geleceğine karşı, nasıl bir tutum izlemeli insan?
Kelebek etkisi filmini bilenler bilir, geçmişte yapılan en ufak bir değişikliğin hayatın çizgisini nasıl değiştirebileceğini anlatan bir filmdir, belki bazı hamleler satranç tahtasında farklı olsaydı eğer bende şu an farklı bir geleceği burada kaleme alıyor olurdum, yukarı, aşağı, yukarı ve aşağı, bilirsiniz, kimi kararlar tamamen anlık alınır, zaten sırf bu yüzden uzun sürer pişmanlıkları, o an ya hiç var olmasaydı ne olurdu diye düşünmekten kafayı yer insan. Böyle bir noktaya vardığındaysa ona güzellikleri vat edeceğine inandığı geleceğin resminde dahi kusurlar aramaya başlar, kendinde var olan açıkları bir başka elementin yan etkileriyle kapatmayı tercih eder.
Kendisi ile yüzleşmekten korkan insanlar muhakkak vardır hayatta, bu korku onlara birçok saçma eylemi dayatır hatta, eylemlerden bazılarının geri dönüşü olmaz, bir kereye mahsus, tek kapılı çıkıştır. Kararını verdiğin, o odadan çıktığın an bir daha geri gelemezsin, aile hikayelerinde de sıkça söylendiği gibi.
İçsel karışıklıklar insanın en büyük hezimetidir kendine yaşattığı.
Aslında düşündüğümüzde de en ağırları kendimize kendimiz yaşatmıyor muyuz? Bizi öldüren katilin eline bile bıçağı bizim tutuşturduğumuza şüphe yok, kendi kendimizin canını yaktık bunca zaman. Mesela düşünün bir, eskiden canınızı çok yakan bir söz veyahut bir kelime, şu an kullanıldığında hiçbir hissiyat uyandırmıyorsa sebebi nedir tam olarak?
E madem o kadar ağır bir kelime değildi?
Biz neden alındık ya da içerledik meseleyi?
Öyle oldu çünkü öyle olması gerekti, o an karşımızdaki insanlara öyle büyük kozlar verdik ki onlarda bize karşı silah haline getirdiler bu meseleleri, çevrenize çok iyi bakın çoğu kişi yalnızca sizin canınızı yakmayı amaçlıyor, arkadaşınız gibi görünüyor olsalar da.
“Hayır saçmalama! O benim arkadaşım.” Dediğinizi duyar gibiyim lakin doğruları bildiğimden kalbinizi kıran kişi bendeniz olmak istemiyorum. Sadece yanılmayı umuyorum, sözüm ona bu yazıları okurken aklınıza hangi dostunuz geldiyse darbeyi ondan yiyeceksiniz, zira emin olun hisler çoğu zaman yanıltmaz.
İşin özü kendimizi tam olarak kopartamadığımız bir geçmişimiz var bir tarafta, diğer taraftaysa çok istediğimiz, hayaller kurduğumuz ama bazı kilitleri ve setleri kıramadığımızdan mütevellit adım atacak cesarete sahip olmadığımız, bu doğrultuda karşı tarafın da bizi kendi gözünde küçümseyerek ilk adım çekingenliği yaşamasının sebebi, bizim henüz bazı yaşanmamışlıkları yaşamaya hazır olmayışımızdan kaynaklı, bunu satrançtaki mat hamlesi gibi düşünebilirsiniz.
Öncesinde bazı taşların feda edilmesi gerekir, sonra bazı taşların yerlerine oturması, daha sonra da kritik bir şah hamlesinin gerçekleşmesi, hikayenin ancak ve ancak sonunda mat anının yaşanması, bunun için ise dikkatin ve kafanın, masanın başına geçtiğiniz andan itibaren tamamıyla satranç tahtasına, karşımızdaki kişiye verilmesi, kum saatinin kumları azalırken geçmişle ebedi bir veda edilmesi gerekir, aksi halde bilirsiniz, satrançta yalnızca tek taraf şah mat yapmaz, ikisinin de şansı vardır, yüzde elli yüzde elli olasılık, sonra kaybedince suçu karşı tarafa atıp geçmişin güzellemesini yapmayalım, demek ki biz, maçı kazanabilecek kadar deneyimli değilmişiz.
Bu durumda ajurneden başka çaremiz kalmıyor geleceğimize dair.
Gelişelim, pratik yapalım, kendimize yeni stratejiler katalım ama bir o kadar da gözümüzde normalleştirelim bu maçı, ne de olsa biz, bir sefer kazanacağız, o sefer de bizim son maçımız olacak.
Daha kaç maç daha yenileceğiz ya da berabere bitireceğiz orası meçhul belki de sahiden bu maçı kazanacak kişi biz değiliz, burasıysa işin korkutan yanı, olumlu açıdan bakalım yine de biz, kazanacak kişi diyelim ki biziz, bu durumda ne oluyor, o sefer gelecek, bariz şekilde yolda oluyor, o sefer gelene kadar ki sayısı deneme sürecinde ise diyeceğimiz tek şey şu;
“Bir dahaki sefere artık.”