Bağımsızlık ve gazetecilik birbirini tamamlayan kavramlardır.
Gazeteciler, her ne kadar bir basın kuruluşunda ücretli olarak çalışsa da, gazeteciliğin olmaz koşulu “Bağımsızlıktır”.
Bu bağlamda…
İster ekonomik bağımlılık olsun…
İster siyasal bağımlılık olsun…
Hatta emek verilen basın kuruluşunun genel kuralları içindeki bağımlılık bile, gazetecilik mesleğinin özgürlüğü açısından kabul edilmesi zor bir durumdur…
Bir gazetecinin, yukarıdaki hususlardan birine olan “bağımlılığı”, “Tarafsızlığını” yitirmesine neden olabilir…
Tarafsızlığını kaybeden bir gazeteci için de mesleğinin olmazsa olmaz koşulu göz ardı edilmiş sayılacaktır.
Bugün için Türkiye’de “tarafsız” bir gazetecilik anlayışı olduğunu ileri sürebilir miyiz?
Akçeli işlerin içine karışmamış, editoryal bağımsızlığını her türlü iktidar baskısına ve tahakkümüne karşı koruyabilmiş, kaç gazete vardır ülkemizde?
Anayasamızda da yazdığı gibi, basının hür ve hiçbir baskı ve kısıtlama altında kalmadan varlığını sürdürebilmesi, hem demokratik hukuk düzenimiz açısından hem de sağlıklı bir etkileşim ve iletişim açısından elzemdir.
Gazeteciler ve basın yayın faaliyetinde bulunan kuruluşlar, gerçekten de hem “Tarafsız” hem de “Bağımsız” olmak zorundadırlar.
Toplumun bilgilenmesi adına ve yine kamuoyunun iktidar odakları tarafından yönlendirilmemesi adına, gazetecilik faaliyetleri, her türlü baskıdan ve telkinden arındırılmış olmalıdır.
Her şeyden önce gazetecilik yapma iddiasında olan kuruluşların, finansal ve mali bağımsızlıklarını sağlamış olmaları gerekir.
Hem gazetecilik faaliyetlerinde bulunmanın hem de diğer iktisadî sektörlerde faaliyetlerde bulunmanın, ülkemizde gazeteciliğin itibarını ne hâle soktuğu ortada.
Bukalemun misali bir gazetecilik yapılmakta. Değişen siyasî yapıya istinaden memleketimizde gazetecilik “Anlayışı” da değişmekte!
Toplumumuzda, Osmanlıdan Cumhuriyet’e ve sonrasında çok partili demokrasiye geçişte medya/basın için esas mesele, devlete yakın olmak ve devletin sağlayacağı olanaklardan faydalanmak şeklindeydi. Politikacılarla yakın ilişkiler içinde olmak, medya sermayesi açısından hayati derecede öneme haizdi.
Bugün için de medya organlarının siyasal iktidarlarla nasıl içli dışlı olduklarını görmüyor muyuz?
Ama, bugün için derin devlet refleksleri olmayabilir.
Siyasetçiler şamar oğlanına çevrilmiyor olabilir.
Siyasetçilerin ve siyaset kurumunun üzerinde demoklesin kılıcı sallanmıyor olabilir.
Atanmışlar, seçilmişlere ayar vermiyor olabilir…
İktidarlar, artık manşetlerle ve vesayet kurumlarınca el değiştirmiyor olabilir ve hatta siyasetçiler, artık ne bayramlık gömleklerini ne de “İdamlık” gömleklerini her an yanlarında taşıma gereksinimi duymuyor olabilirler.
Görünürde ve sözde seçimler yapılıyor olabilir.
Yine, görünürde bir “Siyasal İstikrardan” sözedilebilir!
Ama, gel gelelim…
İktidar ve devlet aygıtı içinde güç savaşımı ile gazetecilik faaliyetlerinin siyasal güç merkezlerine teyelli yapılması zihniyeti devam etmekte.
Bugün için artık devlete yakın olmanın bir anlamı olmayabilir.
Çünkü, artık gittikçe güçlenen ve devlet düzeyindeki gücünü temerküz eden tek parti iktidarı mevcut.
AK Parti, artık derin devlet reflekslerini devlet mekanizmasının içinden peyderpey temizleyerek merkeze kendisi yerleşmiştir.
Gazeteciler ve medya odakları da devlete yakın olmaya, pardon AK Parti hükümetine yakın olmaya, azami derecede dikkat etmekteler.
Öyle ki… Ülkemizde siyasal güç odaklarına o kadar fazla “Bağlılık” duyulmakta ki, “Taraflılıklarını” gösterebilmek adına “Havuz” medyaları/gazeteleri tesis edilmekte…