Galatasaray Lisesi’nin tarihi hakkında sosyal medyada Galatasaray kurumları tarafından yayımlanan yazılar bana çok yetersiz, hayali, hamasi, ve etnosantrik geldi. O nedenle çeşitli yerli ve yabancı kaynaklardan faydalanarak kısa bir araştırma ve derleme hazırladım. Lisenin kuruluşunu tarihsel ve siyasal olaylardan soyutlayarak ele alamayız. Kuşkusuz yazdığım her şeyin doğru ve bilimsel olduğunu iddia edecek değilim. Ama sanırım afra tafra ve maçoluktan uzak eleştirel bir yazı oldu.
Bugün Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu yapının tarihi 1481 yılına kadar gider. İlk başta ahşap olarak inşa edilen bina imparatorluk saray mektebi, tıbbiye ve kışla olarak kullanılmış, iki yangın geçirdikten sonra taş olarak yeniden inşa edilmiş ve yapının ilk kez lise olarak kullanıma başlaması 1868’de gerçekleşmiştir. O nedenle GS lisesinin tarihinden söz ederken Enderun, Tıp Mektebi, Mektebi Sultani/Galatasaray Lisesi dönemi diye tarihi üç bölüme ayırmaya gerek yoktur. Zira ne Enderun, ne de Tıbbiyenin günümüzdeki Galatasaray Lisesi ile hiç bir ilgisi yoktur.
ENDERUN VE GALATA SARAYI HUMAYUN MEKTEBİ
İslam ülkelerinde medrese günümüzde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı kurumlarının genel adıdır. Kuşkusuz, medreselerin eğitim seviyesi ve kalitesi günümüzdeki orta ve yüksek öğretim kurumlarına göre çok daha düşük bir düzeydeydi. Üstelik, XII yüzyıldan itibaren şeriatçı-dinci baskının egemen olmaya başlamasıyla medreselerde verilen eğitim IX-XII yüzyıldaki seviyelerinin bile çok altına düşmüş ve artık buralardan “Kındi/Alkindus (801- 873), Farabi/Alparabius (872-951), Biruni/Alberuni (973-1048), İbni Sina/Avicenna (980-1037), İbni Rüşt/Averroes (1126-1198) gibi bilim insanlarının çıkması olanaksız hale gelmişti.
İstanbul’un fethinden sonra imparatorluğa dönüşmeye başlayan Osmanlı’da medreseler yetersiz kaldığından devlet adamı yetiştiren mekteplere gereksinim doğmuştur. Bu bağlamda sadrazam, kaptanı derya, yeniçeri ağası, eyalet valisi, sancak beyi gibi devlet memurlarını yetiştirecek “Enderun Saray Mektebi” kurulmuştur. Enderun, Farsça “sarayın içi” demektir. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de Topkapı Sarayı ile birlikte inşa edilen Enderun Mektebi sarayın bahçesindeydi.
Enderun’da Hristiyan ailelerden alınan devşirmelerden oluşan ve iç oğlanı denilen öğrencilere din eğitimiyle birlikte Arapça-Farsça dil ve edebiyatı, matematik, coğrafya, mantık gibi derslerle Osmanlı saray geleneği öğretiliyordu. [1] Dinsel ağırlıklı bu eğitim Türk dili, halk edebiyatı, kültürü ve folklorundan kopuk ve halka yabancıydı. [2]
Başka bir sorun daha vardı: Enderun’da ders verecek düzeyde hoca bulmak zordu. İşte bu nedenle II. Bayezit, Enderun’a hoca yetiştirmek amacıyla 1481 yılında bugün lisenin bulunduğu yerde “Galata Sarayı Hümayun Mektebi” adında ayrı bir imparatorluk mektebi kurmuştur. Hümayun Farsça “padişahın malı” demektir. Ahşap olarak inşa edilen bu mektebe yine devşirme çocuklardan iki yüz kişi seçilerek getirilmiş, bunlara Arapça, Farsça, okuma, güzel yazı ve müzik dersleri verilmiştir.
Gerek Enderun, gerek Hümayun Mektebi medrese türü imparatorluk mektepleri olup Şark-İslam kültürüne özgü öğretim verdiklerinden Avrupa’daki benzerlerinin çok gerisindeydiler. Zaten bu okulların devlet yönetimine önemli bir katkısı olmadığı 1529 Viyana bozgunundan sonra ortaya çıkmıştır. Bu tarihinden sonra Osmanlı toprak kaybına ve gerileme sürecine girmiştir. 1683’te düzenlenen II. Viyana Kuşatması da aynı şekilde büyük bir bozgunla sonuçlanınca Osmanlı çöküş sürecine girer.
Galata Sarayı Hümayun Mektebinin bir işe yaramadığı ortaya çıkınca mektep 1820’de kapatılarak kışla olarak kullanılır. 1838 yılında ise Tıbbiye (Tıbbiye Adliye Şahane) olur. 1848 tarihinde büyük bir yangın geçiren Tıbbiyeyi Abdülmecit taş olarak yeniden inşa ettirir. (İşte bugün Galatasaray Lisesi’ne ev sahipliği yapan bu taş binadır. 1868 yılında “Mektebi Sultani” nin açılması gündeme gelince Tıbbiye Beyoğlu’ndan Gülhane’ye taşınacaktır.)
MEKTEBİ OSMANİ, TANZİMAT VE ISLAHAT FERMANLARI
XIX. yüzyılın başında 14.9.1829’da Osmanlı egemenliğindeki Yunanistan bağımsız bir devlet olur. Bu şok gelişmeyle Osmanlı’nın bilimsel, hukuksal, siyasal ve sosyal alanda Avrupa’nın çok gerisinde kaldığı fark edilir; reform ve yenilikleri yaşama geçirecek aydın kadrolara ve bu kadroların yetiştirilmesi için Avrupa programlarını uygulayan Batılı eğitim kurumlarına gereksinim olduğu en sonunda anlaşılır.
3 Kasım 1839’da Abdülmecit’in yayınladığı “Tanzimat (Düzenleme) Fermanı” Batılılaşmanın ilk somut adımını oluşturur. Ama laçkalık ve vurdumduymazlık had safhada olduğundan Batılılaşma kağnı hızıyla ilerler. Bu arada Avrupa’da 1769’da buharlı makine, 1805’te buharlı lokomotif ve gemiler, 1825 telgraf, 1832 dinamo, 1839 fotoğraf makinesi, 1846 dikiş makineleri ve dokuma tezgahları, 1856’da demir çelik fabrikaları devreye girmiştir.
Osmanlıdaki lapacılar bu keşiflerle ilgilenmedikleri gibi Cezayir eyaletini 1830’da Fransa’ya kaptırırlar. Yönetimdeki laçkalığı sezen Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı’ya karşı ayaklanır. 30 bin kişilik güçlü bir ordu ve 20 gemiden oluşan donamasıyla Mısırdan yola çıkar. Suriye Eyaletini ve Akdeniz bölgesini ele geçirip 1833’te Kütahya’ya kadar gelir. Kavalalı’nın amacı başkent İstanbul’u ele geçirip yeni bir devlet kurmaktır. Mısır ordusunu durdurmaktan aciz Osmanlı sultanı II. Mahmut İngiltere ve Fransa’dan yardım ister. Bu iki devletin Mısır valisini desteklediğinin fakrında bile değildir. II. Mahmut Rus Çarından da yardım ister. Ruslar Beykoz’a asker çıkarır, Rus donanması İstanbul’a gelir. Boğazların Rusya’nın eline geçmesinden endişe eden İngiltere ve Fransa’nın araya girmesiyle Kütahya Antlaşması (14 Mayıs 1833) imzalanır. Tüm bunlar olup biterken Osmanlı’daki yağma ve talan tam gaz sürmektedir: 1843’te, Abdülmecit tarafından, sanki saray kıtlığı varmış gibi Dolmabahçe sarayının yapımına başlanır.[3]
18 Şubat 1856’da Avrupa ve Fransa’nın baskısıyla eğitim ve öğretimde yapılacak reformları belirleyecek “Islahat (Reform) Fermanı” yürürlüğe girer. Bu arada 1853ten beri süren Osmanlı – Rus savaşı Avrupa devletlerinin araya girmesiyle sona erer. 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla Osmanlı devletinin toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin güvencesi altına alınır.
Islahat Fermanı uyarınca Avrupa’ya öğrenci gönderildiği gibi, Fransız yöntemlerine göre devlete diplomat ve yabancı dil bilen subay yetiştirmek üzere Paris’te 1857’de Mektebi Osmani açılır. Ama bu okul Avrupa düzenine ayak uyduramadığından 1864’te kapatılır.
Islahat Fermanı reformları Osmanlı’nın ve İslam dininin aslında uzaktan yakından bilimsel ve özgür düşünce, eleştirel bakış, hümanizm, etik ve hoşgörü ile bir ilgisinin olmadığını, Avrupa bilim ve kültüründen ne kadar geride olduğunu açığa çıkarması bakımından çok önemlidir. Zira bu reformların sayesinde Müslüman ve Gayrimüslim Osmanlı yurttaşları arasındaki din ayrımcılığı kaldırılmış, din değiştirme özgürlüğü kabul edilmiş, İslam’dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması gibi insanlık dışı uygulamalar iptal edilmiştir. Ayrıca Gayrimüslim yurttaşlara askeri okullara gitme hakkı ve devlet memuru olma yolu da açılıyordu. Ancak, Rumlara devlet memuru olmak hala yasaktı. Gayrimüslim yurttaşlara uygulanan haksız vergiler de iptal edilmiş ve vergi eşitliği sağlanmıştır. Askerlik yapmak istemeyeler de ister Müslüman, ister Hristiyan olsun dinlerine bakılmaksızın para karşılığında askerlikte muaf olabiliyorlardı.
Bu yenilikler sonucunda yeni mesleki okulların açılmasıyla medreseler sadece din eğitimi veren kurumlar haline getirildi. Zaman içinde ise emperyalizmin maşası ve gericiliğin kalesi haline geldiklerinden Kurtuluş Savaşından sonra 13 Mart 1924’te tüm medreseler kapatılmıştır
FRANSA MUHTIRASI VE MEKTEBİ SULTANİ
Islahat Fermanı’nın ilân edilmesinin üzerinden on bir yıl geçmesine rağmen Osmanlı hükümetinin bir girişimde bulunmadığını gören Fransa 22 Şubat 1867’de bir muhtıra vererek reformların bir an önce başlatılmasını ister. Muhtırada özellikle eğitimde yapılması gereken yenilikler üzerinde duruluyor, lise seviyesinde okulların açılması gerektiğine vurgu yapılıyordu. İstanbul’daki Fransız Elçisi M. de Bourrée, Sadrazam Ali Paşa ve Dış İşleri Bakanı Fuat Paşa’ya muhtıra koşullarının yerine getirilmesi için baskı yapıyordu. Fransız Eğitim Bakanı Victor Duruy ise kurulacak lisenin programını hazırlamış ve İstanbul’a göndermişti.
O devirde genelde Osmanlı vatandaşı Rum, Yahudi ve Ermenilerin devam ettiği Fransızca, İngilizce, Almanca eğitim yapan bir çok yabancı vakıf, dernek ve misyoner okulu vardı. Müslümanların da gidebileceği ve Fransız sistemine göre eğitim verecek bir okul açılması amacıyla 15 Mart 1867’de, Paris Elçisi Cemil Paşa ile Fransız Dışişleri Bakanı Lionel de Moustier arasında ilk görüşmeler başlar. Fransa okulun lise seviyesinde olmasını, cinsiyet ve din farkı gözetilmeksizin okula kız ve erkek öğrenci alınmasını, öğretimin Fransızca olmasını ve yönetimin Fransızların elinde bulunmasını istiyordu. Sonuçta Osmanlı bazı derslerin Türkçe okutulması koşuluyla Fransız önerisini kabul etti. 15 Nisan 1868 tarihli tezkere ile “Mektebi Sultani” nin açılması onaylandı ve on maddelik okul yönetmeliği Türkçe, Fransızca, Rumca ve Ermenice olarak yayımlandı.
Yönetmelikte mektebin farklı dinlerden kız ve erkek öğrencilerin eğitim ve öğretimleri için Avrupa okulları örnek alınarak kurulduğu, okulu bitiren öğrencilere sınavla diploma verileceği ve her türlü devlet hizmetinde çalışabilecekleri yazılıydı. Öğrenciler sınavla okula alınacak, eğitim süresi beş yıl olacak, sınavı kazanamayanlar üç yıl hazırlık okuduktan sonra normal sınıflara alınacak ve beş yıllık eğitimlerini tamamlayacaklardı. Mektebe yarısı Müslüman, yarısı Gayrimüslim 600 öğrenci kabul edilecekti. Öğrencilerden yatılı ve gündüzlü oluşlarına göre alınacak bir ücret dışında masrafların mektepçe karşılanması öngörülmekteydi. Müslüman öğrenciler mektepteki camiye gidecek ve mektepte bir imam bulunacaktı. Aynı şekilde Gayrimüslim öğrenciler de kendi kilise veya havralarına gönderilecekti. Türkçe, Fransız dili ve edebiyatı, ahlâk, Latince, Yunanca, Osmanlı tarihi, genel tarih, genel coğrafya, matematik, kozmogoni, mekanik, fizik, kimya, biyoloji, hukuk, mülki idare, edebiyat, hat, resim, muhasebe, defter tutma gibi dersler okutulacaktı. Rumca ve Ermenice genel dersler kapsamına alınmayacak, ancak aileler isterse bu diller okutulacaktı.
Öğrenci kaydına Mayıs 1868’de başlandı. Fransız eğitimci Ernest de Salve-Villedieu üç yıllık bir anlaşmayla 1 Temmuz 1868’de okul müdürlüğüne atandı, Kaymakam İsmail Bey müdür yardımcısı oldu. Diğer Fransız öğretmen ve belletmenler ile de anlaşmalar yapıldı. 1 Eylül 1868’de öğretime başlayan okuldaki törene Abdülaziz, Osmanlı ve Fransız devlet adamları, Şeyhülislam, Hristiyan ve Yahudi din adamları da katıldılar. Okula alınacak 600 öğrencinin yarısının Müslüman, yarısının Hristiyan-Yahudi olması öngörüldüğü halde ilk kaydolan 409 öğrenciden sadece 172’si Müslümandı. Diğer öğrencilerden 58 Gregoryen Ermeni, 47 Yahudi, 31 Katolik Ermeni, 26 Katolik Latin, 41 Ortodoks Rum, 34 Ortodoks Bulgar idi.
1888 yılında Sultaniden birincilikle mezun olan Tevfik Fikret’in II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908 yılında okulda müdür olmasıyla önemli yenilikler yapılır. İlk, orta ve lise için üçer yıllık programlar hazırlanarak eğitim süresi 9 yıla çıkar. Ayrıca Farsça, Arapça, İtalyanca, Latince, Rumca, Ermenice ve Almanca dersleri isteğe bağlı seçmeli ders statüsüne getirilirken, piyano ve keman dersleri de programa dahil edilir. Bu arada 1905 yılında, Ali Sami Yen ve arkadaşlarından oluşan bir grup öğrenci de Galatasaray Spor Kulübü’nü kurmuşlardır.
Tüm bunlar olup biterken Amerika ve Avrupa’da 1876 telefon, 1880 elektrik ampulü, 1885 benzinli motor, 1887 elektrik motoru, 1894 ilk otomobil, 1896 radyo, telsiz ve sinema, 1897 dizel motoru, 1903 uçak, 1904 çamaşır makineleri devreye girmiştir. 1908’de Batı’da helikopter uçmaya başlandığında Osmanlıda II. Meşrutiyet ilan edildi diye sevinçten fesler havada uçuşmuştur.
GALATASARAY LİSESİ
Galatasaray Sultanisinde beş vakit namaz kılmak Müslüman öğrenciler için zorunluydu. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra okulda da büyük bir değişim ve devrim gerçekleşir: 1924 yılında okulun camisi kapatılarak depoya dönüştürülür. 1927’de okulun adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirilir ve Atatürk devrimlerine uygun olarak eğitime başlanır. Teneffüslerde Fransızca konuşma zorunluluğu kaldırılır ve genel kültür dersleri Türkçe verilmeye başlar. 1965 yılında okula kabul edilen kız öğrenciler için Feriye Sarayları hizmete açılır.
1968’de Galatasaray Lisesi’nin 100. kuruluş yılı nedeniyle dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle liseyi ziyaret eder. 1975’te ise kurum, Anadolu lisesi konumuna getirilir. 14 Nisan 1992 tarihinde François Mitterrand ile Turgut Özal arasında imzalanan protokol ile ilkokul ve üniversite eğitimini kapsayan Galatasaray Eğitim Öğretim Kurumu (GEÖK) hayata geçirilir. GEÖK bünyesinde 1993 yılında Galatasaray İlköğretim Okulu, 1992 yılında ise Galatasaray Üniversitesi kurulur. Günümüzde Galatasaray Lisesi eğitim dili Fransızca, Türkçe, İngilizce, İtalyanca ve Latince olan bir devlet lisesidir. Lise, Fransız Hükümetince resmen tanınmış bir kurumdur. [4]
Türkiye’nin en köklü ve saygın eğitim kurumlarından biri olan Galatasaray Lisesi kurulduğu günden bu yana her zaman gerici ve dinci çevrelerin tepkisini çekmiştir. Bu çevrelerin temcit pilavı gibi ileri sürdükleri iddiaya göre Galatasaray Lisesi, kendi milli ve manevi değerlerine inançsız öğrencilerin yetişmesine yol açmıştır. Bu gülünç ve aslı astarı olmayan bir iddiadır.
Zira, ne zamandan beri Arap-Fars kültürünün karışımından oluşan Osmanlı kültürü ile bir Arap aşiretinin dini Türklerin ve Türkiye’nin milli ve manevi değerleri olmuştur ki ? Türk halkına asıl yabancı olan Farsça-Arapça karışımı ve tek bir sözcüğü bile anlaşılmayan, Osmanlı saray edebiyatı ve kültürüdür. Bu yoz edebiyatı milli edebiyat ve kültür diye dayatmak tarihsel ve toplumsal gerçeklere aykırı olduğu gibi akıl ve mantık dışıdır. Türklerin ulusal edebiyat ve kültürü Avrupa’daki Aydınlanma’nın etkisiyle Avrupa’yı örnek alan aydın ve yazarların halk edebiyatına yönelmesi, halk dilini kullanarak bir ulusal edebiyat ve kültür yaratmak için çaba göstermesiyle gelişmeye başlamıştır.
Türklerin Orta Asya’daki eski komşularından Çinliler, Japonlar, Koreliler kendi öz geleneklerini, dinlerini ve alfabelerini değiştirmeden dünyanın en önemli ve gelişmiş ülkeleri arasına girmişlerdir. Oysa, Türklerin kendi öz dinleri olan Göktürk dini ve Türk alfabesini bırakıp bir aşiret dinine geçmeleri ve Arap harflerini kabul etmeleri Türk ulusu için geri kalmışlığın, toplumsal felaket ve bugüne kadar süre gelen çapaçulluğun en önemli etmenlerinden biri olmuştur.
Bu yazı ve araştırmanın ortaya koyduğu en önemli sonuç ne Enderun, ne Hümayun, ne kışla ve ne de Tıbbiye ile Galatasaray Lisesi’nin bir bağının olmadığı ve olamayacağıdır. Bunlar arasında bir bağlantı oluşturmaya kalkışmak mantık dışı bir yaklaşımdır. Bina veya kurumların Galata Sarayı ya da Galatasaray adını taşımaları veya lise binasının bulunduğu sahada yer almalarının da bir önemi yoktur. Zira eğer bina itfaiye, tabakhane veya mezbaha olarak kullanılsaydı onlarla da mı bağlantı kurulacaktı? Bu şekilde zoraki tarihsel bir bağlantı kurmaya çabalayarak bunu güya “köklü bir maziye sahip olmak” gibi değerlendirmeye kalkışmak megalomanlık ve ucuz işportacılıktan başka bir şey değildir. Galatasaray Lisesi’nin, imparatorluk kalıntısı hurda kurumları referans olarak göstermesine gerek yoktur. Galatasaray Lisesi gibi saygın ve yüksek düzeyde eğitim veren okullar Türkiye’nin bütün kentlerinde açılmalıdır. Tek bir “pencere” yeterli değildir. Tüm pencereler ve kapılar Batı’ya ve Avrupa’ya açılmalıdır.
(Kaynakça: Galatasaray’la ilgili internet siteleri, Wikipedia, ansiklopediler)