İsrail ordusunun bir yetkilisinin sosyal medyada denk geldiğim konuşmasındaki insanı dehşetengiz düşüren ifadesi, gerçekten de irkilmemiz babında önemlidir:
Filistinliler için kullandığı ifade aynen şöyle:
İNSAN HAYVANLAR.
Gerçekten de bu kişinin söylediği sözdeki nefretin izahı nasıl yapılabilir?
Bu nasıl bir yorum?
Bu ne biçim bir nefret? Bu nasıl bir kin?
Gerçekten de gün geçtikçe sosyal medyada denk geldiğim videolarda, İsrailli yetkililerin gerçekleştirdikleri katliam üzerinden insanî değerleri ayaklar altına alan yorumlarını görünce…
İrkilmemek elde değil.
Bu nasıl bir ruh hâlidir?
Egoizmin ve fanatizmin bir toplumu getirdiği noktaya bakar mısınız? Ellerindeki hem parasal güce hem de teknolojik güce istinaden, her şeyi yapabileceklerini zanneden bu zavallılara, insan müsveddelerine, insan vasfındaki mahlukatlara ne demeli?
Gerçekten de yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonları itibariyle kendilerini Batılı olarak addedenlerin kollayıp sakındığı bu zihniyet, nereden bakarsanız bakın…
Tel tel dökülmekte…
Bu faşizm…
Bu nefret…
Bu kin…
Bu kana doymak bilmemek…
Çıkar ve ihtirasların yönlendirdiği düzenlerin böyle ardı sıra şer odaklarının arkasında boy vermeleri ve dahası bu zihniyetin dünyayı bir altüst oluşa sürükleyebileceği ihtimali altında…
***
Gerçekten, ruhen de bedenen de iyi ve güzelden yana olanların çok daha fazla şeyler yapmaları gerekmekte.
Yine, sosyal medyada bir gazetecinin bir Filistinli çocuğa sorduğu şu sorunun ardından, çocuğun verdiği cevaplar, eğer azıcık, kırıntı düzeyinde bile vicdana ve kalbe sahip insanlarda burukluk yaratamıyor ve bu çocukların yaşadığının bir kader olduğuna gözler kapalı olarak onay veriliyorsa…
– “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?”
– “Biz Filistinli çocuklar büyüyemeyiz.”
– “Her an vurulabilir ya da yürürken ölebiliriz.”
– “İşte Filistin’de hayat böyledir.”
Gerçekten de hayat böyle midir?
Hâlbuki, medeniyet kumkuması olduklarını “iddia” edenlerin zaten hiçbir zaman yapık-ettiklerinde samimi olmadıklarını, kendilerinden olmadığında, öldürülen, katliama maruz bırakılan insanların feryatlarının ve canlarının kıymet-i harbiyesinin olmadığını, bizler ilk defa deneyimlemiyoruz.
Heyhat!
Avrupaî ve Avrupa’ya içkin zihniyet her zaman bildiğini okudu ve onu uygulamaktan geri kalmadı.
Yıllarca kıyafetlerinden tutunda yeme içmelerine kadar Doğu’ya “ideal toplum düzeni” diye pazarlanan kibir ve egoist bir terkipten mürekkep Avrupa ve değerleri…
Bu dünyaya…
Yıkımdan ve mezalimden başka bir şey vermedi. Yine, yıllarca sınıf çatışmalarının ve büyük iç savaşların neticesinde seküler bağlamda asûde bir hayatın aparatı olduğu zannıyla demokrasi, temel insan hak ve hürriyetleri, hukuk ve türevleri olgular destanvâri bir biçimde hep söylev düzeyinde dillerde şarkı olarak, bir o diyarlara bir bu diyarlara ihraç edildi ve…
İhraç edilen diyarlarda da “kakofoniye” müsaade edilmeden, büyük bir ahenkle icra edilmesine adadılar kendilerini…
Burada hazin olan, kendileri için olmazsa olmazların “diğerleri” söz konusu olduğunda, birden unutulması.
Ama tarih unutmuyor, unutmayacak, işte bellek denen mucizenin de böyle bir yanı var.