Ferenc Puskas efsanesi | Önce vatan haini sonra milli kahraman ilan edilen ‘Binbaşı’
Dün yüzyılın en büyük Macar efsanesi olarak kabul edilen Ferenc Puskas’ın ölüm yıl dönümüydü… A Milli Takımımız UEFA Uluslar Ligi’ndeki maç için Budapeşte’ye adım attığı gün Macaristan halkı milli kahramanını anıyordu. Maçın oynanacağı stada adını veren bu özel futbol adamının olağanüstü hikayesi..
Takvim yaprakları 1949 yılını gösterirken Macar Savunma Bakanlığı Budapeşte’nin küçük kasabası Kispest’in futbol takımına el koydu ve adını Honvéd olarak değiştirdi. 40 yıllık kuruluş hikayesi olan takım ve oyuncuları artık ordunun malı olarak görüldüğü için isim olarak ‘askerler’ anlamına gelen Honvéd kelimesi seçilmişti.
O dönem Macaristan Milli Takımı’nın da antrenörü olan ateşli Sosyalist Gusztav Sebes’in isteğiyle Kispest takımına el koyulduğu sonradan açıklanacaktı. Takımın her bir futbolcusu o günden itibaren asker sayılmaya başlandı ve çeşitli rütbeler kazandı.
TAKIMA SAHTE İSİMLE YAZDIRILDI
En havalı rütbeyi alan kişi ise kulübün kapısından içeriye henüz 10 yaşında “Miklos Kovacs” takma adıyla giren Kispest doğumlu takım kaptanı oldu. Teknik direktör olan babası onu takıma bu sahte isimle yazdırmıştı çünkü 12 yaşına gelmeden kimse futbolcu olamıyordu.
Doğum adı “Ferenc Purczeld Biro” olan bu saf yetenek soyadı kanunundan sonra dünya futboluna kimsenin silemeyeceği imzayı ‘FERENC PUSKAS’ adıyla atacaktı…
Ordunun el koyduğu takımda Puskas’a binbaşı rütbesi lâyık görülmüştü. O günden sonra Macaristan’da “Dört Nala Koşan Binbaşı” olarak anıldı. Bu mahlası başlarda sevmese de sonradan hoşuna gitmeye başlamıştı. Çünkü gerçekten hızlıydı. Ve bu hızını daha iyi bir futbolcu olmak istediği için okula giderken her gün tramvayla yarışmasına borçluydu. Evi, arkadaşları ile her gün çıplak ayakla oynadığı bir futbol sahasının hemen yanındaydı. Babasını futbolcu olacağına bu sahada ikna etmişti. Kispest ile A takımda maça çıktığında henüz 15 yaşındaydı Binbaşı. Topla o kadar hızlı hareket ediyordu ki kendisini savunanları küçük düşürüyordu.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA…
O yıllarda ilgilendiği tek şey meşin yuvarlakla kendisinden yaşça büyük olanları rencide etmekti. Ama hiç hesapta olmayan bir şey oldu; İkinci dünya savaşı başladı. Başkentteki hava saldırıları nedeniyle maçlar askıya alındı ve 1945’te biten savaşın ardından ülkesi Macaristan’da komünist parti yönetimi devraldı.
Kariyeri daha başlamadan bitme noktasına gelen Puskas, savaştan sonra ilk milli maçına çıktığında 18 yaşındaydı. Avusturya’ya karşı fantastik bir oyun ortaya koymuş ve ilk golü attığı maçta 3-0 galip gelmişlerdi. Bu maçtan sonra çok kısa bir sürede daha fazla insanın dikkatini çekmeye ve ünlenmeye başladı. Hem A Milli Takım da hem de Kispet’te takım kaptanlığına getirildi. 1947’de Puskas, Torino’daki maçta İtalyanlara karşı şov yaptı. Juventus’un o maçtan sonraki teklifini ailesiyle kalmak istediği için geri çevirdi. Ertesi yıl 50 golle Avrupa’nın en çok gol atan oyuncusu oldu. Bu sayı elbette şaşırtıcıydı ama 50 golü 32 maçta atması daha da şaşırtıcıydı. Günden güne büyüyordu ama henüz doğduğu şehrin takımı ile şampiyonluk sevinci yaşayamamıştı. Bu onun en büyük hayallerinden biriydi.
ÜLKEDEN KAÇMAK İSTEYİNCE İDAM EDİLDİ
1949’da ordu takıma el koyup adını Honvéd olarak değiştirdiğinde dönemin en iyi Macar oyuncularını da bir takım zorlamalarla takıma kattılar. Macaristan Milli Takımı’nın altın kadrosundan önemli isimler de artık Puskas’ın etrafında bir araya gelmişlerdi.
O sezonun sonunda 30 maçta 31 gol atan Puskas uzun zamandır hayalini kurduğu şampiyonluğa yeni isimlendirilen Honved ile kavuştu. Ancak tüm bu başarıya rağmen Macaristan’da komünist rejimde yaşamak istemeyen birçok futbolcu yurtdışında oynamak için ülkeden kaçtı. Ujpest oyuncularından Sandor Szucs yurt dışına çıkacağı sırada sınırda yakalanarak hapse gönderildi. Sonunda ölüm cezasına çarptırılan Sandor Szucs, 1951’de idam edildi. Puskas gibi diğer futbolcuları korkutmak için yaptılar. Böylece yurtdışına çıkmayacaklardı çünkü aynı şey onların başına da gelecekti.
Bu arada Macar Milli Takımı, Helsinki’de yapılacak 1952 Olimpiyatları’nda olağanüstü şeylere imza attı. 2 Ağustos 1952 günü finalde Yugoslavya’yı yenerek altın madalya kazanan Macaristan, tarihinin en büyük başarısını elde etti. Yugoslavya’ya karşı oynanan finalde ‘Çelik Elli Balet’ lakaplı kaleci Vladimir Beara’in penaltıyı kurtardıktan sonra kızdırdığı Puskás, ikinci yarıda 1 gol 1 asistle şampiyonluğu getirdi. Bu, Puskás için uluslararası düzeyde en büyük başarılardan biriydi. Daha sonra bunu 1964 ve 1968 Olimpiyatları’nda 2 kez daha başaracaktı. Total futbolun prototipi Macarlar olmuştu…
‘BÜYÜK BİR KİTLE ÖZGÜRLEŞİYORDU’
1 yıl sonra Macaristan efsane kadrosu dostluk maçında Wembley’de yenilmez İngiltere karşısına çıktı. Olimpiyat başarılarına rağmen dünya çapında pek bilinmiyorlardı ama bu maç her şeyi değiştirecekti. Puskas’ın 2 gol attığı maçta İngilizler’i susturan skorla 6-3 devirdiler. Bu yenilgi İngiltere’nin evinde ada takımları (Galler, İskoçya, Kuzey İrlanda) haricinde almış olduğu ilk yenilgidir. Daha önce İngilizler bu ülkeler haricinde hiç bir takıma evinde kaybetmemişti. Macaristan, İngiltere’yi neredeyse 81 sene sonra evinde hüsrana uğratmış oldu. Tüm otoriteler bunun sadece şans olduğunu, İngilizler’in kötü günde olduklarını ve Macarların tesadüfen bu galibiyeti aldıklarını söylüyorlardı.
Macaristan kalecisi Gyula Grosics ise bir halkın iç sesiydi sanki. Yıllar sonra o maçın anlamını şu sözlerle anlatıyordu;
“Böyle bir galibiyetin Macar halkı için ne ifade ettiğini anlamak için 1949’dan bu yana Macaristan’da neler olduğunu bilmeniz gerekir. Aşırı radikal ve silahlı bir rejimin altında yaşadık. Politikacılar başarımızı tekele almaya ve kendilerininmiş gibi göstereme çalıştı. Büyük bir kitle 90 dakika boyunca özgürleşiyordu”
ÇOCUKLUĞUNUN TOPUĞU VE DEVRİMCİ GOL
Puskas ise attığı olağanüstü golü kendisi için daha anlamlı hale getiren şu cümleleri kurmuştu;
”Billy Wright’ın üzerime geldiğini gördüm ve ondan önce davranarak, topa aynen Budapeşte sokaklarında bir çocukken yaptığım gibi topuğumla vurdum. O zamanlar komünizmle yönetilen ülkeme döndüğümde, topukla attığım bu gol için ‘devrimci gol’ adını vermişlerdi bile”
1954 yılında bir önceki maçın rövanşı niteliğindeki maç Budapeşte’deydi. Bir öncekine göre İngilizler için cehennemi andıran bu maçı Macarlar 7–1 kazandılar. Puskas 2 gol daha attı. Bu İngiltere’nin uluslararası arenadaki en farklı yenilgisiydi. Bayrağı taşıyan ise Puskás’tan başkası değildi. Hele şans hiç değildi…
DÜNYANIN EN BÜYÜK KUPASINI KALDIRMA FIRSATI VERİLMEDİ
Olimpiyatlardaki altın madalya sonrası İngilizler’e 2 maçta 13 gol atan Macarlar 1954 Dünya Kupası’nın doğal favorisi haline geldi. İsviçre’deki dev turnuvada Puskas ve Macaristan’ın kupayı kazanması bekleniyordu. Gruplarda Güney Kore’yi ve Batı Almanya’yı farklı skorlarla dağıttılar ama Puskas ayak bileğindeki sakatlık nedeniyle çeyrek finalde Brezilya ve yarı finalde Uruguay karşısında forma giyemedi.
Macarlar öylesine güçlü bir kadroya sahipti ki Puskas’ın yokluğuna rağmen finale çıktılar. Ardından Puskas’ın final maçına çıkıp çıkmayacağı tartışmaları alev aldı. Milli Takım’da en büyük söz sahibi oydu. Oynamak isterse kimsenin karşı duramayacağını da herkes biliyordu. Ve bekleneni yaptı. Sakatlığına rağmen bu tarihi maçı kaçırmadı. Dünyanın en büyük kupasını kaldırma fırsatı ilk kez bu kadar yakındı ona.
TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN ÇILGIN MAÇ
Wankdorf Stadyumu’nu dolduran 64 bin kişi o gün büyük bir maç izleyeceklerinin farkındaydı ama Dünya Kupası tarihinin en çılgın maçına tanıklık edileceği kimsenin aklına gelmemişti. Puskas daha 6’ıncı dakika dolmadan açılışı yaptı. 3 dakika sonra Czibor farkı 2’ye çıkardı. Almanlar koca bir Macar duvarına çarpmış gibi sersemlemişti. Aynı sarsıntıyı ilk yarı biterken Macarlar yaşayacaktı. Almanlar Morlock ve Rahn ile peş peşe 2 tane atıp geri döndü. Müthiş bir yağmur altında oynanan maçın hakkını veren iki takım ilk yarıya 4 gol sığdırmıştı.
Çılgınlık ikinci yarıda da hız kesmedi. Macaristan’ın 2 topu direkte patladı ve Almanya bitime 6 dakika kala Rahn ile 3-2 öne geçti. Bu olağanüstü bir geri dönüştü ama Puskas’ın pes etmeye niyeti yoktu. Santrayla birlikte hızlı hücumda Almanya ağlarına 3’üncü golü bıraktı.
Ancak İngiliz hakem o golü ofsayt gerekçesiyle iptal etti.
Kupayı ellerinden kaçıran Puskas kendisini çılgına çeviren o karar için maç sonu şu sözleri kullandı; “Ofsayt kararına inanamadım. Pozisyonu gören milyonlarca insan da inanamadı. O hakemi öldürebilirdim. Bana kariyerimin en kötü anlarından birini yaşattı.”
‘HERKES BANA HASTALIKLIYMIŞIM GİBİ BAKIYORDU’
Macaristan’da büyük bir yıkıma ve sonrasında devrime neden olacak o finalin etkisini Puskas’ın şu sözleri çok açık bir şekilde anlatıyor;
“Takım turnuvanın hemen sonrasında Macaristan’da yaşananları hak etmedi. Cenaze töreniyle karşılandık. Herkes suçlayacak birini arıyordu. Kalabalık bana sanki hastalıklıymışım gibi bakıyordu.”
Günah keçisi ilan edilen Binbaşı bir daha asla Macaristan ile aynı başarıları göremedi. 1956’da Puskas ve Honved takımı Avrupa maçı için gittikleri Bilbao’da şoke eden bir haber aldı. Macaristan’da büyük bir devrim oluyordu. Bu, Sovyetler Birliği destekli stalinist hükümete karşı başlatılan bir halk hareketiydi. Aynı zamanda Macaristan Milli Takımı’nda oynayan oyuncular tehlike nedeniyle ülkeye dönmek istemediler.
GAZETELER ONUN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ YAZDI
Ülkede tam bir kargaşa ve kaos ortamı hakimdi. Kimse oyuncuların dönüp dönmediğini ya da nerede oldukları konusunda hiçbir bilgiye sahip değildi. Hatta gazeteler Puskas’ın protestolar sırasında çıkan çatışmalarda öldürülmüş olabileceğini yazdı. Ancak gerçek Avusturya’da bir hazırlık maçı oynamak için sahaya çıktıklarında anlaşılacaktı.
Puskas o dönem Macaristan dışına kaçma kararlarını şu sözlerle anlatıyordu;
“Teknik direktör Sebes’e ülkeye dönüp sokaklarda vurulmanın hiçbir anlamı olmadığını söyledik. Futbol oynamaya devam etmek istiyorduk. Lig durmuş ve bahar aylarına kadar da kesin olarak başlamayacaktı. Birçok yetkili bizimle görüşmeye, bizi ikna etmeye geldi. Viyana’da bir toplantı yapıldı ve ülkemize dönüp cezamızı çekmemiz gerektiği söylendi. En çok üzüldüğüm de kaptanlığımın alınmasıydı. Daha sonra da 18 ay boyunca futbol oynamam yasaklandı.”
Arkadaşlarıyla birlikte bir futbol turuna çıktılar. Birçok oyuncu Güney Amerika’da hazırlık maçları oynamayı ülkeye geri dönmeye tercih etti. Macar futbolcular yaşananlar nedeniyle Macaristan Federasyonu ve FIFA tarafından cezalandırılmıştı.
VATAN HAİNİ OLARAK GÖSTERİLDİ
Puskas kariyerine İtalya’da devam etmek istedi. Hatta İnter ile uzun bir süre antrenmanlara da çıktı. Ancak siyasi baskılar onunla sözleşme imzalanmasının önüne geçti. Bu arada komünist hükümet onunla ilgili haberlerin ulusal gazetelerde yayınlanmasını yasakladı. Kendisi bir vatan haini olarak gösterilmeye çalışılıyor ve Macar halkına unutturulmak isteniyordu.
1958 yılında uçak kazasında oyuncularını kaybeden Manchester United’a alınması düşünüldü fakat bu sefer de İngiltere Futbol Federasyonu kuralları ve İngilizce bilmemesinden dolayı yönetici Jimmy Murphy, Puskas’ı kulübe kabul ettiremedi. Milan ve Juventus kulüpleri de onu yaşı ve fazla kiloları nedeniyle geri çevirdi. O muhteşem sol ayak artık yürümek dışında pek bir şey yapamazdı…
Bütün bu hikaye burada bitseydi eğer muhtemelen bugün Puskas için bu yazıyı yazmıyor olurduk… Kendisi çoktan tarihin tozlu sayfalarında harcanıp kaybolan bir isim olarak kalacaktı. Ama kaderini baştan yazan bir adam olmak için fazla ısrarcıydı ve bu inat onu dünya futbol tarihine kazıyacaktı.
‘BANA BİR BAK! EN AZ 18 KİLO FAZLAM VAR’
Talihini değiştiren adam Honved’ın finans müdürü Emil Osterreicher oldu. Ona Real Madrid Başkanı Santiago Bernabeu ile bir görüşme ayarladı. Puskas bu görüşmenin ardından tarihin en büyük takımlarından biri olacak Bernabeu projesine girmeye başardı.
O kader gününü şöyle anlatıyordu efsane;
“Benim için çok daha büyük bir dünya olan Madrid’deydim. Başkan Bernabeu ile garip bir konuşma yaşadık. Sonunda ellerimi kaldırıp, bana bir bakmasını ve en az 18 kilo fazlamın olduğunu söyledim. Bernabeu da bunun kendisinin değil benim sorunum olduğunu söyledi. O andan itibaren Real Madrid’in bir oyuncusu oldum.”
Madrid’de ilk başlarda kiloları ve ağırlığı nedeniyle kafa karıştıran bir figür oldu. Üstelik bu imzayı çoğu futbolcunun emekliye ayrıldığı 31 yaşında atmıştı. Tüm olumsuzluklara rağmen takımın yıldızı Alfredo di Stefano ile çok iyi bir ilişki kurdu. Ardından Real Madrid beş kez üst üste Avrupa Şampiyonu oldu. Bunların ikisinde Puskas ve Di Stefano ikilisi başroldeydi.
1961’DE İSPANYOL VATANDAŞLIĞI VERİLDİ
İlerleyen yaşına rağmen Puskas, Real Madrid’de dört kez İspanya gol krallığı, beş lig şampiyonluğu ve Kıtalararası Kupa şampiyonluğu yaşadı. 1960 Avrupa Kupası final maçında, Hampden Park’ta yedi yıl önce Wembley’de yaptığının benzerini tekrarlayan Puskas, 7-3’lük Eintracht Frankfurt galibiyetinde dört gol, partneri Di Stefano da 3 gol kaydetti. O gün Puskas 33, ruh ikizi Di Stefano ise 34 yaşındaydı…
Maç sonu açıklamasında dilinden şu cümleler dökülüyordu;
”33 yaşında olduğum için kendimi öyle bir final için yaşlı hissediyor, endişeleniyordum. Soyunma odasında hazırlanırken karnımda bir ağrı ve kafamda şu soru vardı: ‘artık 20 yaşında değilsin; bu maça hazır olduğuna emin misin?’ Sahaya çıktığımda, coşkulu kalabalığı görünce kafamdaki bütün olumsuz şeyler temizlenmişti sanki. Muhteşem bir oyundan sonra 7-3 kazanmıştık. Di Stefano ‘hat trick’ yapmıştı; geri kalan 4 golü de ben atmıştım!”
İspanya’daki olağanüstü çıkışı nedeniyle 1961’de kendisine İspanyol vatandaşlığı verildi. İspanya Milli Takımı forması da giyen Puskas (sadece 4 maç) belki de milli duygusallık yaşadığı için bir daha oynamadı.
1966’da kendi karizmasına yakışır şekilde zirvede bırakan Puskas yeşil sahalara vedasını şu kelimelerle etti;
“40 yaşında ve bu kadar üst düzeyde, 10 yıl önce bırakmam söylenmesine rağmen başarılı olmamdan dolayı çok gururluydum.”
Ülkesine yeniden kabul edilip, omuzlarda karşılandığında Puskas çoktan Real Madrid’in tarihi figürlerinden biri olmuştu. Macaristan’da Honved ile yaşadığı çıkış ve ardından milli takım kaptanlığının alınmasıyla son bulan sürecin ardından yeniden ayağa kalkıp Madrid’de başardıklarıyla efsanevileştirilmeyi fazlasıyla hak etmiş bir isim.
Hayatını sadece futbola adayan ve yaşadığı onca baskıya, haksızlığa rağmen tek bir siyasi olaya, habere, yoruma karışmamış olması onu gerçek bir futbol sembolü haline getirdi.
“Hiçbir zaman ideolojilere bağlı biri olmadım” diyen efsane 10 numara ‘Puskas on Puskas’ isimli kitabında bu konuya şöyle değiniyor; “Politikayla hiç ilgim yoktu. Benim futbol dünyamda sadece oynamak, çalışmak ve mutlu bir aile hayatı sürmek vardı.”
BUGÜN ÜLKESİNDE MİLLİ BİR KAHRAMAN
Kendisi bir Brezilyalı ya da bir Güney Amerikalı olsaydı ‘Pele mi? Maradona mı?’ tartışması bir üçüncü ortak daha bulurdu kesinlikle. Bugün ülkesinde stadyumlara adını veren milli bir kahraman. 1981’de 25 yıl aradan sonra Macaristan’a ilk kez bir hazırlık maçı için döndüğünde tüm biletler satılmış ve talep stadyum kapasitesinin 5 katına çıkmıştı. Artık ülkesinde ona kollarını açan binlerce arkadaşı vardı.
Ama onun ölene kadar en yakın arkadaşı olarak gördüğü kişi Alfredo Di Stefano’ydu. Madrid gecelerinde en büyük zevkleri yemek ve içmekti. “Fazla kırmızı şarap içer ve baharatlı şeylere bayılırdı” diyor Alfredo Di Stefano. İkilinin arası Real’e ilk geldiklerinde biraz açıkmış. Fakat sonra Puskas bir maçta, müsait olmasına rağmen golü Di Stefano’ya attırmış ve müthiş dostluk kurulmuş.
Di Stefano duşta Puskas’ın sabunu bir taraftan diğer tarafına geçirmek için sırtından aşağı kaydırarak ayağıyla diğer omuzuna aldığını, hayatında ondan iyi futbolcu görmediğini anlatıyor. Di Stefano’ya göre ruh ikizi kesinlikle Puskas’tı.
HASTALIKLA MÜCADELE ETMEK İÇİN HER ŞEYİNİ SATTI
Kısa süren antrenörlük maceraları sona erdikten sonra, 2001’de tamamen doğduğu topraklara, Budapeşte’ye yerleşti. 2003 yılında FIFA tarafından “FIFA Şeref Madalyası”na lâyık görüldü. Bu sırada alzheimer ile boğuşuyordu. Hastalıkla mücadele etmek için birçok başarı simgesini satmak zorunda kaldı. Buna 1954 Dünya Kupası’nda kazandığı altın ayakkabı ve olimpiyat madalyası da dahil.
Daha sonra FIFA tarafından tedavisi üstlenildi ama bu jest onu hayatta tutmaya yetmedi. 17 Kasım 2004 Cuma günü, yerel saatle 06:00’da efsane Ferenc Puskas 79 yaşındayken, hasta yatağında hayata gözlerini yumdu. O gün ülkesinde resmi yas ilan edildi. Cenaze töreni için yaklaşık 1 milyon dolar harcandı. Futbol tarihinin o tarihte yaşayan, aklınıza gelebilecek en büyük yıldızları son görev için Binbaşı’nın yanındaydı…
Törende onu anlatabilecek en kısa cümleyi dönemin Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany kurdu;
“Yüzyılın En Büyük Macar’ını kaybettik.”
İSTANBUL’DA PUSKAS’A OTOBÜS İTTİRDİK
Tarihin en büyük golcülerinden birinin golünü canlı canlı izlemek kaç şanslı Türk’e nasip oldu bilmem ama kendisini en şaşalı döneminde ağırlamış bir ülkeyiz;
‘Kudretli Macarları dize getirdik’
Eminim bu gazete başlığı bir çoğumuza yabancı değil. Milli Takım’ın 19 Şubat 1956’daki dillerden düşmeyen Macar destanını yazdığı Mithatpaşa Stadı’nda (BJK İnönü Stadyumu) 3 efsane isim gol atmıştı. Lefter’in 2, Metin Oktay’ın tek golüne cevap veren kişi Ferenc Puskas’tı…
Tüm Türkiye, yeryüzünde bulunan en iyi futbolcuların memleket topraklarına ayak basmasını dört gözle bekliyordu. 1950’li yılların sayfalarını tek başına yazan Macaristan 1 Şubat’ta Yeşilköy Havalimanı’na indi.
5 Şubat’ta oynanması gereken maç yoğun kar yağışı nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmişti ve bu sebeple Macarların İzmir karmasıyla ve Ankara karmasıyla oynayacağı maçlardan sonra İstanbul’a gelmesi kararlaştırıldı. Ancak demiryolunu kapatan kar nedeniyle trenle İzmir’e gidemeyen Macar futbolcular İstanbul’da kalıp ve Spor ve Sergi Sarayı’nda antrenman yaptı.
İdman dönüşü belediyenin Macar takımına tahsis ettiği otobüs bozulunca Macar futbolcular otobüsü iterek çalıştırmaya gayret etti. Ertesi gün gazeteler dünyanın en iyi futbolcularının ve Puskas’ın otobüs iteklediği fotoğraflarla doluydu. İstanbul’da yaşadıkları onları kızdırmış olacak ki; İzmir karmasına 2 maçta tam 19 gol attılar. Ardından Ankara karmasını da 4-2 yenerek İstanbul’a döndüler.
Kayıtlara sadece İstanbul’daki resmi maç geçmiş ama kim bilir Puskas bugün FIFA’nın adına verdiği ödülü kazanacak kaç muhteşem gol atmıştır?