Bu yazı biriyle ilgili değil, bir şey ile ilgili. Bir düşünceyle ilgili.
Zor olan anlatmak mı yoksa dinlemek mi? Hayatımızda artık lüks olan bu iki edinim ‘sıra bende’ yarışına girdi. Aradığım şey bu ikisinden epey nasibini almış bir yola ait. Bu yolculukta soru işaretlerini en azından virgüle çevirmeyi bekliyorum.
Genelde bu yolculukta benden silahlarımı teslim etmelerimi istemişlerdi. Değer verdiğim insanların hikayelerine ortak oluyor, onların hikayelerinde kimi zaman zeki kimi zaman sarışın oluyordum. Onlara beni eleştirme şansı tanıyor ve beni üzmelerine yetecek kadar hikayeler anlatıyordum. Bir insana ne zaman dostum dersiniz? Artık insanlar arası ilişkiler ülkeler arası nükleer krizine benziyordu. İki taraf da fırlatmaya hazır sırlarla doluydu. Çek yazar gibi dağıtılan güven ve sevgi sözcükleri sonunda karşılıksız çıkıyordu. Yalana sırtını dayamış her sözcük sizi kandırmayı hedefliyordu. Beklentileri boşa çıkaran her çaba güveninizi taciz ediyordu. İlişkiler derinleştikçe yarattığı tahribat da artıyordu. Özgüven kıran bu tahribat yeni tanıdığınız insanlara da miras kalıyordu. Irsi bir hastalık gibi yeni tanıdığımız insanlarla ilişkilerimize de taşınıyordu.
Çıkar yalanın gelini, aldatmanın da kocasıydı. Güven unsurunu gece üşümemek adına sobalarında yakar, çıkan seslerden de keyif alırlardı. Güvensiz hissetmeni sağlayan her koşul itina ile yollarına döşenir, gidenlerin arkasından da su yerine iftira dökülürdü dilden dile.
Güven eksikliğinden yaşanan tartışmalardan sonra zor olan terketmek değildi aslında. Hissetmekti. Her anın tetiklediği düşünceler sanal gözlük takmış bir insan gibi size yeniden ve yeniden yaşatılıyordu. Kişiselleştirilmiş düşünceler eşliğinde anlam yüklenen eşyalar, sokaklar ve görüntüler size derin bir acı vaat ediyordu. Devam etmeyi zorlaştıran bu olgular bir ayak bağı gibi olmaya başlıyordu. Beyninizde kokular canlanmaya ve çağrışımlarda bulunmaya davet ediyordu.
İyi bir yalanla harmanlanmış aldatmacaları her gün içimize çekiyoruz. Güvenimizi artık karşımızdaki kişinin kollarına bırakmış gibiyiz. Sağlam temellere oturtmaya çalıştığımız ilişkilerimizde tek tuğla koyan kişinin kendimiz olmadığımızı bilmemiz gerekiyor. Bazıları tuğla koyar, bazıları ise kum. Kimisi duvar örer, kimisi de kale. Sizi zor durumda bırakacak olan güvenip de anlattıklarınız mı yoksa birisinden duyduklarınız mı? Bir sözle başlar her şey. Güveninizi tırtıklayan fare gibi. Söylediğiniz her söz bundan sonra yakalamayı bekleyen birer tuzak gibidir. Sorduğunuz sorular ise peynir. Cevabını bildiğiniz sorular en can yakıcı olanıdır.
Bazen söylenen sözlere bazen de sözü söyleyen kişilerin kendisine güveniriz, söylediğinden bağımsız olarak. Yalanı artık bir zorunluluk olarak gören bir dünyada, kime nasıl güvenebiliriz? Birini tam anlamıyla nasıl tanıyabiliriz? Yazarın da dediği gibi içindeki bilgileri en iyi saklayan kasayı yani insanı.