1994 yazında “düşünmenin pek gündemde olmadığı bir ortamda, bir düşünce dergisi olabilmek” için yayımlanmaya başlayan Cogito’nun 2020’nin kışına denk gelen 100. sayısının dosya konusu “Eleştiri Zamanı”ydı. Yirmi birinci yüzyıl hâlihazırda yirminci yüzyılın öne çıkan fikirleri ve hareketlerinin değerlendirmesiyle geçerken salgının yarattığı belirsizlik ortamı, 100. sayı gibi bir kilometre taşını eleştiriye ayırmanın gerekliliğini ortaya koyuyordu. Peki, eleştirel düşünceyi bu denli acil kılan neydi?
Derginin editörü Şeyda Öztürk, giriş yazısında temel bir tanımdan hareketle yayının çerçevesini çiziyor: “Her eleştirel çalışmanın ilk görevi: Bireyin gerçek deneyimlerinden beslenmeyen kavramların işaret ettiği idealin peşinde, onu sürekli vurgulayarak kavramla gerçeklikteki karşılığı arasında özdeş olmama halini ortaya çıkaracak bir kavramsal çalışma.” Kavramların ifade ettiği idealleri yakalamak gerçekte çoğunlukla mümkün olmadığından aradaki bu farka işaret etmek için başka bir kavrama, eleştiriye başvuruyoruz. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 2020’de düzenlediği 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin dijital ayağı Eleştirel Yemek Programı da hem genel yaklaşımıyla Öztürk’ün eleştirel çalışmaya atfettiği işlevi doğruluyor, hem de bünyesindeki videolarla ona yeni katmanlar ekliyor.
Normal şartlarda bienalin yiyeceklere odaklanan programı; deneyler, sohbetler ve paylaşımların yapıldığı, “Mutfak” adını taşıyan bir alanda somutlaşacaktı. Sofra sözcüğünden ilhamla şekillenen Mutfak programı, geçtiğimiz yılların kamusal programlarına benzer etkinliklere ve buluşmalara ev sahipliği yaparken odağa yiyecekleri alacaktı. COVID-19 koşullarında dijital bir video serisine evrilen program, yiyeceklerin topraktan tabağımıza seyrini takip etme iddiasını korudu. 18 Ekim 2020’den bu yana devam eden program kapsamında 14 Şubat’a dek her pazar yeni bir film yayımlanıyor. Öte yandan filmlerin İKSV’nin YouTube hesabı ve bienalin web sitesi aracılığıyla kalıcı olması, programın yeni hâlinin düşünceyi ve değerlendirmeyi teşvik eden zamansız işlerin üretimine alan açtığını gösteriyor. Program kapsamında yayımlanan iki filme biraz daha yakından bakarsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Karantina sürecinin başına belirsizliğin getirdiği yoğun bir endişe hâkimdi. Maske ve kolonya tedarikiyle ilgili belirsizlik, temel gıdalara erişimin normal şartlara kıyasla zorlaşması orta-üst sınıfı kendi mutfağıyla yeni bir ilişki kurmaya itti. Bu durum Instagram’da her gün farklı birinin yaptığı ekmeklerle karşılaşmamızla sonuçlandı. Ilana Harris-Babou da Doğa İyileştirir’de sosyal medya çağının hem görünür kıldığı hem de kaçırma ya da eksik kalma hissi uyandırdığı bu tür trendleri tiye alıyor. Filmin başkarakteri Brooklyn’i terk ederek kırlarda yaşamaya gidiyor, bahçe bakımı ve hamur mayalama gibi sosyal medyada gördüklerinin taklidiyle şekillenen tüm denemeleri başarısızlıkla sonuçlanıyor. Buna rağmen hatalarından öğreniyor, karşılaştığı engellere alışılmadık çözümlerle yanıt veriyor. Sonuç olarak kendine yetmek (self-sufficiency) kavramı öne çıkarken video bu kavrama karantinanın başında birçoğumuzun yaşadığı bazı hislere atıfta bulunarak, yani kişisel deneyimlerden hareketle erişiyor.
Programdaki bir diğer video MOLD ve Yardy World’ün hazırladığı Ağzınız Güçlüdür. Yine New York’un Brooklyn semtinde geçen filmin öne çıkardığı kavramlar ise hem ağzımızdan içeri attıklarımız hem de ağzımız aracılığıyla dışarı aktardıklarımızla ilgili: Gıda bağımsızlığı ve direniş. Bu kavramları da popüler kültürle Brooklyn’in Crown Heights mahallesinin aşina olduğu, ana akımın ise göz ardı ettiği siyahi pop kültürün üretimlerini birlikte kullanarak sunuyor. Bu alışılmadık kolaj bir yandan George Floyd’un öldürülmesinin ardından ABD’nin pek çok yerinde olduğu gibi Crown Heights’ta da görülen Siyah Hayatlar Önemlidir protestolarını çağrıştırarak güvencesiz bir dönemde dayanışmanın farklı biçimlerini arıyor, diğer yandan da toplumsal mücadelelerin gıda bağımsızlığı taleplerinden ayrı değerlendirilemeyeceğini savunuyor. Yani burada da yerelden küresele, kişisel deneyimlerden kavramsal tartışmalara ulaşan bir anlatı kurulduğuna şahit oluyoruz.
5. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Mariana Pestana, Eleştirel Yemek Programı’nı anlatırken “İzleyicileri yalnızca birer aşçı değil, eleştirel birer aşçı olmaya davet ediyoruz,” diyor. Onun bu vurgusunun kavramsal çağrışımı, gerçek deneyimlerden hareket eden filmlerin içerikleriyle bir araya geldiğinde ortaya eleştiri sözcüğünün anlam kümesini de genişleten bir yapı çıkıyor. Özetle bu program aracılığıyla yiyecekler, teoriyle pratiği eleştiri çatısı altında birleştiriyor.
Yazar: Can Koçak