HAYATIN TEMPOSU:
Öğrencinin ders stresi, emekçinin geçim dertleri, beyaz yakalının yıllık izin, iş sahibinin kar/zarar, çocukların oyunlar vesaire, hayatın temposu öyle yoğun, bir o kadar da monotondur ki insan, kendine ciddi ölçüde az vakit ayırabilir bu düzenin içinde.
Sürekli çarktaki dişlilerden biri oluşunun verdiği sorumluluklarla boğuşmakta oluşu bir yana dursun, kimi zaman sadece aklından geçen düşünceler sayesinde eğlenebilir, mecazen.
Emekçi ay sonunu zor getiriyor, öğrenci sınavlarını düşünüyor, çocuklarda bir yaşa kadar para ne gezer, beyaz yaka desen, her hareketi izlenmekte, işletme sahibi insan belki içlerinde en fazla eğlenen, o bile bir çizgiyi geçmeden, neticede sadece kendinden değil, işletmeden sorumludur, birçok emekçi insana maaşını veriyor, onlar da öğrenci evlatlarına, ufacık çocuklarına, beyaz yakalı kardeşlerinden gelen parayı da bütçeye katarak pay ediyorlar, görüldüğü üzere, tempo farklı sınıfları barındırsa dahi insanlar, birbirleri ile bağlantılı.
Peki, onca işin arasında, eğlenmeye vakit ayırmak, bir insana ne gibi zararlar getirebilir?
Biraz bunu konuşalım.
ZİHNİN DOLUYKEN DANS ETMEK:
İş çıkışı, gün ortası, eve gitmek istemiyor insan, hadi bir alışveriş merkezine gideyim diyorsun, kafanı dağıtmak, biraz olsun hayatın tekdüzeliğinden uzaklaşmak için, bir sinema ve bir kahve ile kendini ödüllendireceksin, belki de yeni bir ceket ya da kol saati alacaksın, araban varsa çalıştırıyorsun, yaklaşıyorsun alışveriş merkezine, yolun azaldıkça kafandaki sesler yükselmeye başlıyor, hissedebiliyor musun?
Bir suçluluk seni esir almak üzere.
Arabadan indin, güvenliği geçtin, içerdesin. İnsanları seyrediyorsun, çocuklar koşturuyor, gençler takılıyor, yaşlılar çay kahve eşliğinde sohbetlerini ediyor. Üzerinde takım elbise ile, içerideki diğer beyaz yakalılar gibisin, stresli, panik, kaygılı, yarına hazırlanma babında ayırabileceğin süreden fedakârlık ediyorsun şu an burada bulunarak. Bu hissiyat ister istemez zihnini kemiriyor.
Neden geldiğini sorgulamaya başladın belki, neden şu an buradasın, sahi öyle ahım şahım bir planın da yok, ufak bir alışveriş, belki bir de yemek yiyeceksin, sonra evine gideceksin, dışarıdan söyleyemez miydin? İlla gelmene gerek var mıydı? Neden diye soruyorsun kendine “Neden şu an buradayım” aslında sadece soruyor olsaydın o zaman çok daha tatlı olabilirdi, maalesef ki sormaktan daha fazlasını yapıyorsun sen, odağını, olmak zorunda olduğun yere doğru çeviriyorsun istemsizce.
Sadece sen değil he, çocuklarında sorunları var, oyuncak almayan ebeveynler gibi, gençlerden biri hep daha baskındır o grupta, birileri rencide olacaktır illa, yaşlılar dedik, vefasız evlatlarını, emekli maaşlarını konuşuyor olabilirler, kim bilir?
Senin gibi beyaz yakalıların da var sorunları, senin sorunlarından daha büyükler üstelik, gün sonunda toplu taşımaya binecek olmaları gibi.
Demem o ki bu ortamda içi daralan sadece sen değilsin bil isterim, herkesin sorunları var ama hepsi felekten bir akşam çalma peşinde, gündelik sıkıntıları görmezden gelip kafalarını dağıtmaya gelmişler buraya, iyi bakarsan fark edersin tedirgin ve stres akan yüzleri ya zaten.
Hepimiz bu halde, keyifsizce, yalandan dans etmeyi deniyoruz, kaşlar ondan çatık.
SÜREKLİ İÇSEL ÇATIŞMALAR:
Zihniniz doluyken eğlenmeye çalıştığınızda karşılaşacağınız en büyük sorun kesinlikle kafanızın içindeki çatışmalar olacak, ait olmanız gereken başka bir yer olduğu konusunda sizi sürekli uyaracak, lokantaya baktığınız an “Eve gidince yemek pişirmeliydim” hissi, mağaza baktığınızda “Kıyafetleri ütülemeden uyumasam bari” hissine dönüşecek, belki konuyla alakasız, o hafta içerisinde maruz kaldığınız diğer durumları değerlendirmeye başlayacaksınız, özellikle tek başınıza bir yere gittiyseniz bunları yaşama ihtimaliniz daha yüksek.
Eğlenme amacıyla gidilen yerlerde kişi sayısının artması, içsel çatışmaları da bir o kadar azaltıp, sizi birbiriniz ile diyalog kurmaya doğru iter, ne zaman ki tekil bir sayıya düşersiniz işte o zaman zihninizdeki “Eğleniyorum” hissiyatı, yerini “Sorumluluklarım var” gerçeğine bırakacak, siz ise anında bulunduğunuz ortamdan kaçmak isteyeceksiniz.
İş ve eğitim hayatının sorumlulukları bir yana dursun, zaman zaman insanın özel hayatında da git gel durumları olabiliyor, böyle zamanlarda insan, sorumluluklarını da düşünemiyor, yalnızca malum meselelere cevap arıyor, o vakitlerde yediği yemekler, içtiği içecekler, satın aldığı kıyafetler veya geri kalan şeyler, hepsi havaya karışıyor, kafası kaçamadığı gerçekler ile doluyken insan zorla eğlendirmeye çalışsa da kendisini, hiçbir şekilde anın tadını çıkartamıyor.
ÇÖZÜLMESİ GEREKENLER:
Çözülmesi gerekenler var, çoktan kapatılmalıydı bazı defterler misal, vedalar isimsiz kalmamalıydı, son sahnesine kadar izlemeliydik filmi, önsözünü okumadan girmişiz bazı insanların hayatına besbelli, zira aksi takdirde vedaların yalnızca isimleri değil, kendileri de olmazdı.
Uyum sorunu olmazdı her şeyden önce, kabullenmeye gerek kalmazdı bazı insanları, çünkü fikir ayrılığı yaşanmazdı, kullanım koşullarını öğrenmiş, ne ile karşı karşıya kalacağımızı biliyor, riski ona göre alıyor olurduk.
Tabi gerçek hayatta ne yazık ki bu mümkün değil, bu yüzden Selda BAĞCAN misali bir yanımız bahar bahçe iken, ötekinde yaş yaprak kalmadı dökülmekten, yarım kaldı kimi hikayeler, her seferinde iyi biz olamadık, olamazdık da.
Kimse olamaz.
Çözülemeyecek olan çok şey var hayatta, anlayacağınız, kapanmayacak defterler, isimsiz vedalar, yarım bırakılan filmler, alelacele başlanan kitaplar, buruk vedalara itilen dostluklar.
O HALDE NE DİYORUZ:
Kafamızın içinde yer alan ceviz görünümlü kıvrımlı organ bizi herhangi bir yerde yerli yersiz düşünmek zorunda bırakabilir, meretin bir kapatma düğmesi yok ne yazık ki. Kim bilir hangi olayda hangi noktaları, cımbız eşliğinde çekerek, sunacak önümüze, acaba neleri unutamadı da hiç istemediğimiz bir anda hatırlamamız gerekecek sayesinde.
İnsanın organları da başka bir insan edasıyla hareket ediyor resmen, yer yer bilincimizin dışında bir şeyleri kendi belleğinde gizleyip daha sonraları karşımıza çıkartıyor oluşu keza bunun güzel örneği.
Böyle bir yapıyla yaşıyor oluşumuzun iyi yanları kadar kötü yanları da vardır bunlardan birisi ise eğlencemizden zaman zaman taviz vermek zorunda olacak olmamız, bilirsiniz, hayatta bazı anlar, eğlenmemin önüne geçer, istediğimiz kadar kafamızı dağıtmaya odaklanalım içeride gidişat bambaşkadır, anı yapay bir şekilde yaşar, alttan alta büyük resmi boyarken buluruz kendimizi, bedenen kıyafet seçtiğimiz esna da zihnen bitirme tezini nasıl yazacağımızı düşünüyor oluşumuz, bir dilim aldığımız pastayı yerken arabayı yıkatma planı yapmamız, tatilde güneşlenirken evimizdeki ürünlerin son kullanım tarihlerini aniden sorgulamaya başlamamız, sinemada film izlerken yarın ki toplantıda neleri öne süreceğimizi düşünmeye başlamamız, hayatın ciddi kararlarıyla aynı doğrultuda, gündelik hayatın temel sorunları da aklımızda sol köşeden fırlama amacıyla yer edebiliyor.
Tek başa yapılan bir aktivite de özellikle bunlar daha sık yaşanıyor, yanımızda biri olmadığından riskleri ikiye bölmek veyahut iyice geçiştirmek de mümkün olamıyor maalesef.
DURAKLAMAK ÇÖZÜM DEĞİL:
Kaçarak, evde kalarak, sorunlarla yüzleşeceğimizi söyleyip kendimizi gaza getirerek, bir günlük planı iptal ederek, sadece kendimizi kandırıyoruz, yüzleşmeyeceğiz, evde kalmayacağız, yarın yine bir günlük başka bir plan yapacağız, işin sonunda onu da iptal edeceğiz hatta. Kaçmak istediğimiz şeylerden kaçarak ya da durarak kaçamayız, kaçmakta bir çözüm değil ayrıca, yüzleşmek nasıl kolay olmuyorsa, bu ikisi aynı hesap.
İkisi de birbirinden zor eylemler. Ne temelli kaçabiliriz ne de temelli yüzleşebiliriz.
İlla ki içimizde eksik kalacak bazı şeyler, sonra ne mi olacak? Biz yine bir plan yapacağız, sonra ondan da kaçacağız, sırf sorunları çözemediğimiz için, hayatımızı tekdüze bir hale sokacağız.
Böyle olduğundaysa zihnimizdeki düşünceler hiç susmayacak, planlar her seferinde yeniden iptal olacak, sorunlar çığ gibi büyüyerek bize yaklaşacak.
Böyle anlarda neyselemek gerek, akla gelen, ana aykırı düşünceyi.
Neyse deyip o an üzerini örtmek, vakti geldiğindeyse kilitlemek.