Öncelikle herkese merhaba, bu blog yazma işini aslında düzenli yapmayı çok istiyorum çünkü bir şekilde içimdekileri aktarabilmeli, paylaşabilmeliyim sizlerle ancak bu şekilde biraz daha iyi hissedebiliyorum kendimi. Fakat bu aralar içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor ve birçoğumuzun da böyledir diye düşünüyorum. Çünkü sınandığımız şeylerin ağırlığı gün geçtikçe artıyor ve bu konuda bir şey yapamamak ise sanırım en kötüsü. Bunları görmek, duymak benim için dayanılmaz gerçekten. Kim bilir belki bir gün bu bakar kör oyununa son veririz ha?
Her gün bir şeyler yaşıyoruz insanlar değişiyor, yerler değişiyor, isimler değişiyor ama değişmeyen tek şey ne biliyor musunuz: Yaşananlar ve sistem işte aynı kalan tek şey bu. Bazen olayların gelişme şekli değişiyor, bazen isimler farklılaşıyor, bazen ise nedenler bir gün Ayşe eski kocası tarafından öldürülüyor, diğer gün Emine çocuğunun gözleri önünde feryatlarla katlediliyor. Üstelik bu kadınlar kendilerini korumak için her türlü yardımı istemelerine rağmen yaptıkları onca şikayet, onca korunma talebi göz ardı ediliyor ya da kibarca geçiştiriliyor. Diğer taraftan iki küçük kız çocuğu kendi öz ailesi tarafından uğratıldığı istismara sesini çıkaramayınca yazarak, çizerek anlatmaya çalışıyor ama çok yüksek mahkemelerimiz bunun da haklı sebepleri olabileceğini düşünerek anne babayı salıveriyor. Peki hangi sebep haklı kılabilir bu yapılanları? Ben cevap vereyim hiç bir sebep bunu sindirmemizi haklı çıkaramaz, çıkarmamalı. Bu döngü her gün artarak devam ediyor ve yapılması gereken tek bir şey varken asla yapılmamakla birlikte hâlâ şiddet gören, istismar gören insanlarımıza sırf kendilerini haklı çıkarmak ve ceza almamak uğruna yaptıkları şeylerin suçunu basit ve lakayıt bir şekilde yükleyebiliyorlar. Sadece asılsız bir iki sözle yapıyorlar bunu ve komik olan da şu ki başarıyorlar da. Sözde adaletimiz onca ispatlı şiddete, istismara, haksızlığa inanmıyor ama bir iki ispatı olmayan söze inanıyor doğrusu çok ironik bir durum bu. Bilmiyorum daha ne olması gerekiyor bir şeyleri değiştirmenin zamanının geldiğini anlamamız için; kaç kadın, kaç çocuk, kaç anne zorbalıkla boğuşmalı bu yapılanlara sabretmeli bilmiyorum. Son verilmedikçe bir cezası olmadıkça yapılanların bu arsızlık bu zalimlik katlanıyor da katlanıyor. Peki ama nereye kadar, ne zamana devam edecek yani beklediğimiz şey nedir bizim kaç bin kaç milyon insanın daha zarar görmesi gerekiyor bir adım atmak için? Belki de her şey bu soruları insanın ilk önce kendisine sormasıyla başlıyordur. Ki bunu sormayanlarin çoğunlukta olduğu gün gibi ortada.
Aslında bizim sorunumuzun tam da bu olduğunu düşünüyorum. Kimse sorgulamıyor, nedenini öğrenmek istemiyor yani kendi kanından olmadıkça kimse kimsenin umurunda değil. Soruyorsun, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor tamam ama sen o yılanın bir gün gelip seni ya da senin çocuğunu sokmayacağını nereden biliyorsun bu garantiyi sana kim veriyor? İşte tam olarak düşünülmesi gereken bu. Bir kere zihniyetimiz yanlış, düşüncemiz yanlış. Ah bunu bir değiştirebilsek çok daha kolay halledebilirdik, atlatabilirdik belki o zaman yaşananları.
Geçenlerde sevgili Ece Üner ‘in Haysiyet isimli kitabında okumuştum;
” Adaletsizliği değiştiremezsiniz ama adaletsizlik karşısındaki duruşunuzu değiştirebilirsiniz. “
Ne güzel bir söz öyle değil mi? Yani her şey insanın kendisiyle başlıyor. Yine aynı kitapta bir kızdan bahsediliyordu iki gün önce başka bir kadına şiddet olayını sosyal medyasında paylaşıyor, destek olmak istiyor ve bu kız aradan geçen kısa bir zaman sonra aynı şeyi kendisi yaşıyor. Sonuç olarak her birimizin yarın ne olacağı belli değil. Bu kişi yarın ben de olabilirim sen de. Bence bunu unutmadan yaşayabilirsek bir umudumuz olur ve ancak benlerden başlayarak bizler olabiliriz.
Sevgiyle kalın…