Gökyüzü, masmavi… Ruhumun benliğindeki bir mavinin umut ışığını görebiliyorum. Evet, evet orada, yukarıda… Parıldıyor, sanki huzurun biçilmiş hali gibi. O, o beni aydınlatıyor. Bana umut ve güç veriyor. Ona minnet duyuyorum. Ona o kadar saygı duyuyorum ki onu yaratanı unutuyorum. Bir zaman sonra onun için yaşıyorum. Çünkü o beni aydınlatıyor. O bana güç veriyor, ona o kadar odaklanıyorum ki, onu, yaratanı unutuyorum.
Birlikte mutlu ve sakin bir hayatımız var. Ben ona inanıyorum, o bana inanıyor. Gökyüzümü aydınlatıyor, çiçeklerime ışık veriyor. Bende onun yukarıdan görünen manzarasını güzelleştiriyorum. Her gün ona övgüler ve şükürlerimi sunuyorum, onu yüceltiyorum. -Oysa sadece bir ışık. Yapabileceği tek bir iş var o da ışık yaymak. Bunu görmek için pek fazla gerekçem yok. O yüzden görmüyorum.-
Bir… Bir anda gökyüzü karanlık bulutlarla kaplanıyor. Çaresizce oradan oraya koşuyorum. Umut ışığıma sesleniyorum, “ Geri gel! Beni bırakma! “ diye. Beni görmüyor… Benim varlığımdan habersiz… Beni kendi karanlığımla baş başa bırakıyor… Ben her gün onun için çırpınırken, o; Beni görmüyor bile…
Bir anda bu karanlığın, bu zalim karanlığın içinde kıpkırmızı, zarif, narin bir gül görüyorum. Bakışları hüzünlü. Tıpkı benim gibi… Terk edilmiş gibi… Ben alışığım ama o? O bu yükü kaldırabilecek mi? Gidiyorum yanına, ona yaklaştıkça başım dönüyor, sarsılıyorum. İhtişamlı kırmızı yaprakları arasından sesleniyor, ”Gelme! Burası çok karanlık! ” diye. İstemsizce gözyaşlarım süzülüyor yanaklarımdan, engelleyemiyorum. Sessizce izliyorum olanları. O gülü o kadar çok düşünüyorum ki “O’nu kim oraya koydu? , kim onu bu karanlığa mahkûm etti? “ aklıma bile gelmiyor. O’nu kurtarmak istesem de nasıl yapacağım ki? Bende bu karanlığın mahkûmuyum. Ya da… Öyle sanıyorum…
Bir anda karanlığın arasından gök gürültüleri yükseliyor. Garip bir şekilde korkmuyorum, meydan okuyorum karanlığın ürkütücü seslerine. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum, beni duymuyor gibi. Karanlığın ardındaki umut ışığıma sesleniyorum. İhanete uğramış biri gibi yaptıklarının, sebep olduklarının hesabını sormak istiyorum. O masum ve hiçbir şeyden habersiz, umut ışığıma… Oysa o her zamanki yerinde, parıldıyor işte…
HA-HAYIR! Kırmızı gülüm! Karanlığın korkunç pençelerine takılmış, artık direnmeyi bırakmıştı. Oysa çıkacaktık biz bu karanlıktan, bitecekti hepsi. Çıkamadı… Ama kimdi bu zalim kişi? Kırmızı gülümün katili kimdi? Kim, ondan ne istedi? Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Buradan kaçış yolları arıyorum. Buradan kaçmak için planlar yapıyorum; yok, yok, yok… Olmuyor. Hayır, duvar falan da yok. Hiçbir şey yok.
O anda anlıyorum her şeyi, yapbozun son parçası da tamamlanıyor kafamda… Bendim… Evet, o umut ışığını kendi kafamda yaratıp ona tutunan, ondan güç alan, onun için yaşayan; O karanlığa mahkûm eden de mahkûm olan da bendim. O karanlığı yaratan da, o karanlığın içinde boğulan da bendim… Bir de… Bir de… Bir katil…
Evet, bir katildim ben. O masum… Çaresiz… Korkuyla tir tir titreyen, yardım bekleyen bir güldü. Sadece bir güldü. İşte asıl acı veren taraf da buydu. O SADECE BİR GÜLDÜ. Ama olan oldu. Öldürdüm işte, öldürdüm! Kendi karanlığımda boğdum onu. Karanlığımın esiri olmuştum bende. Ne yapabilirdim ki? Onu kontrol edemedim. Fırtınalarıma sahip çıkamadım. Ama ne olursa olsun bunun farkında olmayıp acı duymayanlar da var. Sadece ‘gitti’ diye ağlayanlar var. Onlar isteseler de yeni bir fidan dikemezler. Oysaki ben yeni bir fidan dikebilirim…