ÖNCESİNDE:
Kendi adıma ciddi ölçüde resmi bir adım atmak üzereyim, bu yola çıkalı nereden baksanız 3 sene oldu olacak, heyecanlıyım, umutluyum, sahi mutluyum şu an ben.
100. Yazımı yazmak üzereyim, tarifi dünya yüzünde var olmayan duygular var anlık olarak içimde, ellerim titriyor resmen. Şaka gibi geliyor her şey, ilk başladığım gün ki heyecanım “Ben şimdi ne yazacağım buraya” diye kara kara düşünmem ve tam da düşündüğüm esnada karar vermem. Evet. İlk –yalnızca yazma adına yazacağım yani- yazımın konusu düşünmek olmuştu. Neden gerektiğini, kendimce ufak ve tatlı bir edebiyatla özetlemiştim o yazının da linkini buraya bırakmak istiyorum, maneviyatı çok yüksek benim için.
Düşünüp duruyorum iki gündür, acaba hangi konuyla devam etsem diye, duvardaki listelere bakıyorum, halen daha çıktısını çıkartmayı ertelediğim listeye, hatta telefonda henüz yeni oluşturmakta olduğum listeye. O kadar gerdi ki beni bu durum, perşembenin gelişi çarşambadan belli derler ne de olsa, bir süredir gergindim aslında, dönüm noktası olan o üç haneli sayıya ulaştığımda, neler olacaktı? Ne hissedecektim ben, ne yaşayacaktım, tüm bunları düşünüp duruyorum, haftalardır, günlerdir, saatlerdir, dakikalardır, tam da bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri, ekstra düşünüyordum her şeyi. Sonra birden dedim ki “Nasıl başladıysa öyle büyüsün” evet, çok mantıklı, ben bu yola çıktığımda daha gözlerinden ışık çıkan ve yalnızca bir gün öncesinde –hatta 10-13 saat öncesinde- “Yazar olacağım” düşüncesini aklına sokmuş toy bir gençtim. Düşünmekten başka bir seçeneğim yoktu benim. Ben de düşünmeyi düşündüm, düşünmenin ardından gelenleri, bana yaşattıklarını, hislerimi, geçmişimi, hayalini kurduğum o muazzam geleceği, hepsini, teker teker, bunları yazıma yansıtmadan, zihnimde yalnızca düşünerek, tüm saflığımla daldırdım mürekkebin içine kalemimi, sonra başladım yazmaya, geçmişi biraz yad etmek, detayına girmediğim konuyu da epey bir detaylandırmak istiyorum artık, evet, düşünmek, peki gerçekten neydi bu düşünmek?
DÜŞÜNMEK NEDİR:
Düşünmeden geçirebileceğimiz süre sayısı kısıtlı diye bizi geçmişten bu yana sürekli bir algı denizinin içine sürüklüyorlar, herkesin ağzında “Düşünmelisin” , “Düşünmedin mi?” , “Düşünmeliydin” , “Ne Zaman Düşüneceksin?” gibi, onlarca serzeniş vardı ama içlerinde bize “Nasıl Düşüneceğimizi” söyleyen, tek bir öğüt bile yoktu. Yalnızca azarlayıp, karanlık bir odada, yalnız yürüyeceğimiz bir yolda, sessizliğe terk ediliyorduk sevdiklerimiz tarafından. Cevabı burada verdim aslında, düşünmek buydu işte.
O sessizliğin ardından, insanın zihnine akın eden, bir takım “Acaba, Keşke, İyi ki, Sanırım, Bilmiyorum, İstiyorum” lardı düşünmek. Düşünce somut bir şey değildi aslında, yere düşmediğiniz sürece tabi, o zaman düşünce ki halinizle alay ederler ve geçerler, siz ise neden düştüğünüzü düşünürsünüz. Bu işte asıl düşünmek. Herhangi bir konu hakkında, zihnimizden belli başlı duyguları geçirmek, onları hissetmek, zira çoğu zaman abartarak hissetmek, öyle abartmak ki devasa bir züğürt tesellisi haline getirmek.
Düşünmek çoğu zaman insanın yararına olan bir eylem, mantıklı hamleler geliyor ne de olsa ardından genellikle. Yine de “Kafada kurma” dediğimiz bir tabir var ki bu genelde düşünmelerin en acısı oluyor, yıkımdan ve yok oluştan başka bir şey kazandırmıyor insana. Yerleri inletip, aklımızdan geçenlerin daha tam olarak onlar bile henüz kesin bir sonuca ulaşmadan evvel, gerçek olduğuna kendimizi ikna etmemiz sonucu ayağa kalkıp her yeri tarumar edişimizi doğurur bize saat gibi kurulan o koca kafalarımız.
Fazlası, çok zarar, “Fazla düşünmek delilik derler, olmadığını savunamam” demiştim, bu mjölnir’ı ilk elime aldığım zaman. Halen daha o sözümün arkasındayım, doğru ölçüde düşünmek insana çok şey kazandıracağı gibi, ölçünün bir hayli az olması sonucu da insan, gelecekte hatta yakın bir gelecekte yaşama ihtimali olduğu güzel anılarını da kaybeder, henüz bahsi geçen anılarından, bir fragman bile görmeden.
Aksi yönde aşırı düşünmek de bir dize yaşanmışlığa, anıya, aşka, eşe, dosta, ihanet etmemizle sonuçlanır.
Belki gerçekten fazla düşünmek bir delilik değildir, belki yanılıyorumdur, ne de olsa deliler bile bir yerden sonra akıllıca davranıp, beyaz gömleği üzerlerinden çıkarıp, psikiyatrdan bir “Temiz” raporu alarak, eski yaşantılarına devam edebiliyorlar. Fazla düşünen birisinin yani overthinking –aşırı düşünme- dediğimiz eylemi gerçekleştiren birisininse az önce söylediğim temiz raporunu değil psikiyatrdan alması, kendi kendine bile veremez çünkü temiz olduğu düşüncesini zihnine sokacak kadar bile bir yer açamaz zihninde.
Bana kalırsa hayatın bazı anlarına minik overthinking mayınları gizlenmiş, bu mayınlara zaman zaman, yaşadığımız gerek olumlu, gerek olumsuz ama hafızamızı bir hayli yoracak olaylarda sıkça basmaktayız ki bunun dönüşü yine bizzat şahsımıza münhasır olmakta. İnsan en büyük zararı, kafasının içinde dönen dünyalar sebebiyle kendine vermekte.
Velhasıl ben kalp rahatsızlığımın da yanına ufaktan bir migren rahatsızlığını eklemeye başladığımın farkındayım zira düşünmekten başım çatlamıyor, adeta yerinden çıkıp geri yerine gelip bir süre sonra tekrar çıkıyor.
Geçmişimi hatırlıyorum da hayatımın bir bölümünde ben böyle değildim. Daha az düşünce geçerdi zihnimden, genelde de ilk gördüğümle duyduğuma inanıverirdim.
Tabi malum zaman, bizleri değiştirmesiyle meşhur, göreceli bir kavram ve böyle düşününce aslında mantıklı, bak yine düşünmek dedim.
Gerçi doğal, düşünemediğimiz bir hayat mümkün değil sonuçta keza mümkün olan hayata da hayat denmez, yeşillendiğimiz bir hastane odasından ibaret olur yalnızca.
DÜŞÜNMENİN TÜRLERİ:
Düşünceler her ne kadar benzersiz olsalar da onları belli kalıplara ayırmak mümkün.
1- Zaman Odaklı Düşünme:
Belli bir zaman diliminde takılı kalıp, sadece o zamanı aklımızdan geçirten düşünceleri de bu çerçevede ele alabiliriz, yalnızca gelecek odaklı kurulan planların beynin içerisinde dizayn edildiği düşünceleri de. Aynı zamanda carpe diem –anı yaşa- sözünün hakkını veren, hippi veyahut realist düşünceleri de ele alabiliriz.
Geçmiş mezuniyetler, yarın ki sınav, şu an ki buluşma, hafta sonu ki maç, gibi gibi. İnsanın düşünce dünyasını bu bağlamda zaman ele geçirmiştir ve yalnızca akrep/yelkovan ikilisini anlamaya, kimi zaman yön vermeye, çaresizce onların geçişini izlemekle yükümlüdür. Farklı olayları ve anları düşünse bile yine de bunları hep bir şekilde zaman bağlar ve sıkça “Çok geç/Çok Erken/Zaman kaybı/Beklemeye değmez” gibi, içinde zamanın terimlerini barındıran, cümle kalıplarını kullanırlar günlük hayatlarında.
2- Olay Odaklı Düşünme:
Merdivenden düşmek demiştik, olay odaklı düşünen insanı zaman odaklı düşünenden ayıran en büyük fark, zaman odaklı düşünenin o anı geçici bir süreliğine geçmişine gömüp, yaşaması gereken ana yani şu ana odaklanmasıdır. Fakat olay odaklı düşünen bir insan, merdivenden düşüşünü gün boyu hatta ay boyu unutamaz, sonrasında birden en derinlere iner ve bir daha da hatırlamaz, zaman odaklı düşünen kişilerdeyse şayet durum ilerleyen zaman diliminde, belki bir aile yemeğinde, sinemada, kuaförde, sahilde otururken, yolda yürürken, muhakkak ilerleyen zamanda anı yaşamayı bırakıp da birkaç saniyeliğine olayı tekrar tekrar yaşamaya başlarlar. O biraz daha sinir bozucudur, aslında bakacak olursak ikisi de yer yer gerçekten sinir bozucu olabiliyor.
Birisi muhteşem giden bir günün içerisinde yaşanan bir olayı tekrar tekrar filmi geri sararmış gibi sarıp izleyerek güzel bir günü zehir eden bir düşünme tipiyken, ötekisi hiç alakasız bir anda birden ve aradan uzun sürelerin de geçmesinden sonra o düşüşü akla bam diye getirip, bu kez bambaşka güzel bir günü zehir eden, birbirine iki paralel düşünce türü.
Tabi üçüncüsü, bunlarla uyuşum açısından biraz daha görsellik istediğinden, işin içinden sıyrılıyor, gerçi onun olumsuz yönleri de öyle göz ardı edilecek cinste değil.
3- Kişi Odaklı Düşünme:
Hayatı filmler ve kitaplar gibi yaşayan insanların yaptığı, gün içerisinde fazlaca ön plana çıkan birini o günün başrolü ilan ettikleri, gelecekte onlarla karşılaştıkları anlarda da onlarla olan iletişimlerinin basit bir figüran ile aralarında geçirdikleri birkaç dakikalık ağıza bal bile çalamayan cinste sıkıcı bir sohbetten veyahut eksiyi yad edecek kadar tatlı ve berceste bir konuşma sayesinde, bahsi geçen günün başrol koltuğundaki rollerini korumaya devam etmeleri gibi sonuçlar doğabilir.
Kısacası kişileri ana sabitleyip sadece anı hatırlamaktan veyahut o zamanı zihinlerine kazıyıp o gün yaşadıkları diğer her şeyi de detayı detayına hafızada taze tutmalarındansa, bir insanın, onların hayatlarındaki kısa bir rolleri sayesinde onlara kalıp biçtikleri bir düşünme çeşidimiz de mevcut.
Bunun olumsuz yanlarına gelecek olursak da başrol karakterlerimizin rakibi olan kötü karakterlerin, birkaç olay sayesinde gözlerimizde küçülmesini, gelecekte yüksek hasılat yapıp gişeleri alt üst edecek bir film olmadığı sürece, vakti zamanında çizdikleri berbat imaj, ortadan öyle kolay kolay kalkamaz.
Hayatımızda, birinden bir kazık yersek eğer, kişi odaklı düşünen biriysek bunu asla unutmaz, zaman odaklı düşünen biriysek buna alışır, an odaklı biriysek de kızılcık şerbetini yutup, ertesi gün tükürüp, bir ay gibi bir sürenin sonunda da tümden zeytin dalı uzatırız.
HEPSİNE SAHİP OLMAK:
Satırları okurken sizin de aklınızdan “Bunların hepsi tek bir insanda olabilir aslında” düşüncesi geçiyorsa eğer evet, haklısınız, saymış olduğum üç düşünme türü, benliğimizin yapısına göre eşit, dengesiz parçalara bölünerek, düşünce yapımızı oluşturmakta.
Bu sayede her insan özgün ve sonsuz düşünme güne sahip olmakta.
Tabi bu üç türe ek olarak;
- -Olumlu/Olumsuz
- -Duygusal
- -Acıtmaya/Motiveye Yönelik
- -İyimser/Kötümser
- -Rahat/Baskı altında
Gibi, anlık ya da yaşam biçimimize göre de düşünme türleri bulunmakta
DÜŞÜNÜN:
Zaman hiçbir zaman gerçekten geri gelmeyecek, zihninizi doğru ve bilinçli kullanabildiğiniz ki özellikle boş zamanlarda düşünmeyi kesinlikle ihmal etmemelisiniz. Aksi takdirde gelecekte iş yoğunluğu, aile kurmak, eğitim sürecinizin ağırlaşması derken, düşünmek için boş vakit bulamayacaksınız.
Bir yerden sonra hayat, belirli bir süreliğine insanın düşünme yetisini, kısa bir süre sonra tekrar teslim etmek şartıyla, elinden alıp, omuzlarına kocaman bir yük bırakıp bir tepeden aşağıya yuvarlıyor. Öyle anlarda insan gerçekten bir kahve, çay, sigara eşliğinde düşünmenin ne kadar da güzel bir etkinlik, kendisine vaat edilmiş bir lütuf olduğu, çok daha iyi anlıyor.
Sonra düşünüyor, kendine boş ve huzur dolu bir zaman dilimini düşlüyor.