“Gençliğimde çok büyük hayallerim vardı, devasa plânlarım, boyutsuz umutlarım,” diye anlatısını sürdürdü adam. Arada bir adımlarını yavaşlatıyor, peşindeki genç çiftin kendisine yetişmesini bekliyordu. “Dünyayı değiştirecektim.”
Antik tiyatroyu yarım daire şeklinde çevreleyen taş basamakların sonuncusuna tırmanmışlardı. Aşağıda sınırları birbirine karışmış deniz ile kumsal bulundukları yerden izleyicilerini derin bir sonsuzluğa davet eder gibiydi. Rehber, ancak yanına ulaşan ikiliye çevirdi sevecen bakışlarını:
“Ama olmadı, yapamadım,” dedi. Hayal kırıklığına uğramış görünmüyordu.
“Sonra ne yaptınız?”
Rüzgârla yerinden oynayan şapkasını başına bastırdı: “Ben de kendi dünyamı kurmaya karar verdim,” diye cevapladı. Kırçıllaşmış gür saçları havada uçuşup durmaktaydı. “Mâdem ki dünya bana uymuyordu, bana uyan bir tane yapardım ben de.”
Aklından geçenlerle bir an duraksadı. Tüm o anılar, tecrübeler birbiri peşi sıra zihnini doldurmuştu belli ki. Neden sonra: “Ve bilin bakalım ne oldu?” diye konuştu tekrar.
“Ne oldu?”
Beklediği sorunun gelmesiyle sırlarla dolu, genişçe gülümseyerek kısaca cevapladı adam: “Dünya değişti.”