Bir kovalamaca edasıyla günden güne daha dolambaçlı bir hale gelen 2024’ün artık sahiden son demlerini tüketmekteyiz, bir yıla daha veda edeceğiz ve hep olduğu gibi yine biz tam olarak veda anına hazır değiliz. Diğer yıllara nazaran bir şey itiraf etmeliyim ki bu yıl öğreticilik nezdinde üstünden atlaya atlaya başımıza geldiği bütün yıllardan çok daha öğreticiydi hiç şüphesiz, fakat şahsıma münhasır, sizi bilemem.
Artık ciddi ciddi zamanı tutmayı bırakın, geçerken göremiyoruz bile.
Her yılın ardında farklı travmaları pinliyoruz beton duvardaki mantarlı panoya, bazılarını da kalbimizin orta yerine hançerliyoruz, kanasın dursun da unutturmasın, geride bırakmakta kuşku duyduğumuz o anları diye.
Nasıl başladık ve nasıl bitiriyoruz, iki farklı insanla bir seneyi geçirmişim ama aynada gördüğüm surat hiç değişmemiş, göz altındaki morluklar istisnayı bozamadı yine.
Yorgunluğa bir fincan acı kahve, bir de özet cümle kurmak gerekirse, şöyle diyeyim size, bir noktadan sonra aşınıyor insanın kapısının eşiği, giren çıkan onlarca kişi oluyor ve ne kal ne de git diyebiliyorsunuz, zira bazı şeyler artık sizin elinizde değil, kapı kilit tutmuyorsa evi suçlamasın kimse.
Asıl mesele, sahibinin yenisini takmayı istemesinde.
Kal diyecek an geldiğinde gitmek üzere olanı aşınmış bir kapıya güvenerek nasıl yeniden, içeride bir kahve içmeye davet edebiliriz ki?
İşte, sorunun cevabından ağır bir seneyi bırakıyorum ardımda, zira interneti şöyle hafif bir tarayınca, görüyorum ki insanımız her geçen gün daha bir arabesk, daha bir bitap hale gelmiş. Hislerimi paylaşıyorum tanımadığım milyonlarla, acaba dermanımız hangi yarınlarda?
Dermandan da fermandan da uzaklaşmak lazım aslında. Bir garanti lazım yarınlara umutla bakmaya, yol lazım gidilmesi yıpratsa dahi sonu tebessümle baktıran, bu defada keyif kahvesini kahkahalarla yudumlattıran.
Arayalım incilerimizi, arayan belasını da sefasını da bulur, biz oraları geçelim ama.
Biz bizi bulalım, geleceğimiz olalım.
Korksak dahi korkmayalım olmaktan, zira geçmişte korktuğumuzun on katı kadarını “sanmadık” mı bu hayatta?
Vazgeçmemiz gerektiği anlarda kusmadık mı kendimize kin?
Derdimize mi?
Yoksa içimizde az kalan güzel hislerin bitmesine mi?
Sanmak, hepsine uyan, boşlukları doldurabilen bir cevap.
Sanmaya doyamadığımız senelerimizin ardından bari bir kere de korkmaktan yılmadığımız ve cesareti kazandığımız bir senemiz olsun, dönüşeceğimiz o güçlü, sarsılmaz insana biraz daha yaklaşalım.
Odağını asla bozmayan o kişide biziz neticede.
Sadece henüz onun geçtiği yollara gelmedik, geçmedik, görmedik bile hatta.
O yolları ardımıza atıp veda ettiğimizde “en” halimizin bile “en” hali olacağımıza, tökezlerken bile dik duracağımıza ne şüphe.