“Neden eve dönmekten ibarettir hayat” demiş şair.
Bütün zaman bize ait, gördüğümüz görebileceğimiz her şey tıpkı bizim gibi, kopyamız gibi..
Unutmak için kuytumuz yok mu bizim? Bizi sakinleştirecek, üzmeyecek, bizi biz yapan yer. Çocuk olmalıyız o yerde, koşmalıyız, incinmeliyiz, incitmeliyiz. Mesala dizimiz kanamalı ama oyuna dalıp unutmalıyız. O yarayı temizlemeliyiz kuru bir peçeteyle. İlk orda yemiş olmalıyız tokatı, vuralan yer acımalı sadece. Orda direnmeliyiz ağlamaya, kaybetmeye. Ve her şeyi unutmaya başladığımız gün, tekrarda başlamalıyız yenisini yaşamaya. Gün bitip güneş ufukta almış başını giderken yeniden dönmeliyiz aynı yere; içimize.
İnsan bir kaplumbağa misali kabuğuna döner. Bu kimi zaman bir savunma kimi zaman bir toparlanmadır. Hayal ve hayat arasına sıkışmış çıkmazlarda kendine yönelme, iyileşme, yenilenme de diyebiliriz. İlk hal. İnsan kendi özünden ibaret değil midir? Tilkinin dönüp dolaşacağı yer, ait olduğu yer değil midir? Herkes aittir bir yerlere, birine… Dönüp dolaşacığı yer en son durağı değil midir, yaşamayı öğrendiği ilk yer yok mudur?
Her gidiş bir geri dönüşü barındırır içinde. Giden döneceği zamanı düşler,özler ve illaki bekler. Bu içine dönme, tekrardan yaşamak için nefes almaktır. Tıpkı daha uzağı atabilmek için oku germek gibi…