Size akrep ve kurbağanın hikayesinden bahsetmek istiyorum. Akrep nehrin karşısına geçmek istiyormuş. Kurbağaya, onun sırtında geçip geçemeyeceğini sormuş. Kurbağa da: ” Olmaz tabi ki, beni sokarsın.” demiş. Akrep: ” Neden sokayım, ikimizde boğuluruz.” demiş. Kurbağa da: ” Peki o zaman” demiş ve akrebi sırtına alıp gölün karşısına doğru ilerlemeye başlamış. Yolun ortasında akrep kurbağayı sokmuş. Kurbağa: ” Neden soktun ki beni, ikimizde boğulacağız.” demiş. Akrebin cevabı: ” Çünkü ben bir akrebim.” olmuş.
İnsanları kurbağalar ve akrepler olarak sınırlandırmak ne kadar doğru bilmiyorum ama genelde iki çeşit insan davranışı vardır. Kurbağalar, karşısındakine güvenmeyi, herkesin iyi olduğuna inanmayı seçer. İnsanlarla yaşadığı problemlerde önce hatanın kendinde olup olmadığına bakar. Öz eleştiri yeteneği gelişmiş olduğu için mutlaka kendinde konuya dair bir hata bulur. Karşısındakinin de hatası olduğunu görür belki ama neticede bende hatalıyım diye düşünüp affeder. Belki sonra tekrar aynı kişi ile problem yaşar ve kurbağalar yine önce hatayı kendinde arar. Karşıdakinin hatasını da görmüştür ama yinede kimseye akrep sıfatını yakıştıramaz. Belki de bu kısır döngü böyle devam eder gider. Peki nasıl son vereceğiz bu duruma? Onun akrep olduğunu kabul ederek. Kurbağa ne kadar iyi niyetle akrebe yaklaşırsa yaklaşsın neticede o bir akrep ve ya yolun yarısında ya sonunda onu mutlaka sokacak. Kendi iç huzurumuzu sağlamak için var olan durumları değiştiremiyorsak onu kabullenmeyi öğrenmeliyiz. Buna ek olarak da ilişkilerde sınırları iyi belirlemeliyiz. Sınırlar demişken doğadan müthiş bir örnek vermek istiyorum.
Taç Utangaçlığı
Ormanda ki ağaçların bazen ne kadar az aralıklarla konumlandığını hepimiz biliyoruz. Bizim görüş açımızda genelde sadece ince gövdeleri var ama başımızı çevirip baktığımızda kocaman dallarının, yapraklarının olduğunu görüyoruz. Sizce ağaçlar bu sıkışıklıkta nasıl yaşıyorlar? Nasıl fotosentez yapıyorlar ya da yapraklarını koruyorlar?
Bilimsel çalışmalar sonucu ağaçlarında acıyı hissedebildiği ve hafızaları olduğu kanıtlandı. Aslında onlarda biz gibi birer canlı ve sosyal çevreye sahipler birbirlerine karşı duydukları saygının göstergesi de; taç utangaçlığı.
Taç utangaçlığı; okaliptüs, sitka ladini, Japon karaçamı, kontorta çamı, siyah mangrov, karaağaç gibi bazı uzun bitki türlerinin en tepesindeki dallarının birbirine değmekten kaçınmasına deniyor. İlk kez 1920’li yıllarda gözlemlenen bu durum ağaçların birbirlerinin özel hayatına olan saygısının göstergesi adeta. Birbirlerinin yapraklarını örtmeyerek, herkesin güneş ışığından faydalanmasını sağlıyorlar. Dallarını birbirinden uzak tutarak, rüzgarda birbirlerine minimum zarar veriyorlar ve birbirlerinden minimum derecede etkileniyorlar. Bizimde yapmamız gereken, birbirimize saygı göstermek, herkesin kendi güneş ışığını almasına olanak sağlamak, illa birbirimizi etkilemek istiyorsak bu olumlu yönde etkilemek olmalı diye düşünüyorum.
Kendi yaşam alanı sınırlarımızı belirlememiz ve bir durum bizi defalarca aynı sonuca götürüyorsa onu orada bırakıp uzaklaşmayı öğrenmemiz gerek.
Bazen bir akrep sadece akreptir ve yapabildiği tek şey sokmaktır.
İlginizi çekebilir; http://aytiti.com/biyografik-turde-iki-film-onerisi/