- Tüm canlılar ortak bir yaşam alanına sahiptir ve yaşamak için mutlaka başka bir türün varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu ilişkilerde fayda durumlarına biyolojide simbiyotik yaşam denir ve bu canlılar arasındaki etkileşim 3 ana grupta inceleniyor.
- Kommensal Yaşam: Bir canlının yarar sağladığı diğerininse bu ortaklıktan etkilenmediği yaşam türüdür. Ağaçlara yuva yapan kuşlar buna en güzel örnektir.
- Mutualizm ya da Ortak Yaşam: Birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamaktır. İkisi de bu ortaklıktan fayda görür. Karıncalar akasya ağacının oyuklarına yuva yapar. Akasyalar karıncalar için şekerli bir madde üretir. Buna karşılık karıncalar akasyanın yaprağını yemeye çalışan böcekleri yiyerek yapraklarını korur.
- Asalak Ya Da Parazit Yaşam: Bir canlıya bağımlı yaşayan ve üzerinde yaşadığı canlıya zarar veren organizmadır. Bir asalak üzerinde yaşadığı canlının diğer adıyla konakçının besinine ortak olarak yaşamını sürdürür. Besinine ortak olması ise üzerinde yaşadığı canlının zayıf düşmesine ve hastalanmasına neden olabilir.
Peki simbiyotik yaşam neden evrimleşti?Araştırmalara göre zıt karakterlerin bir arada bulunması nedeniyle evrimleştiği belirlenmiştir. Birbiriyle alakası olmayan ve hatta birbirlerine zararlı olan türler, bir arada bulunmaları sonucu önce birbirlerine zarar vermişler daha sonra birbirlerine alışarak birlikte yaşamaya başlamışlardır. Evrimsel olarak bu ilişkilerin, doğal ortamda avantaj sağlamasından ötürü evrimleştiği düşünülmektedir. Çünkü karşı tarafın bazı koşulları sağlamasından dolayı, kendileri yaptıkları bazı işleri yapmayı bırakmışlardır.
Gelelim en büyük konakçı ve patojen organizmaya. Besin ve barınma ihtiyacını karşıladığı için dünyamıza konakçı, insanı patojen olarak düşünürsek insan bu 3 yaşam formunun neresinde? Simbiyotik yaşam gibi önce zarar verip sonra birlikte yaşamaya alıştık mı? Bu ilişki bize avantaj sağladığı için yaptığımız kötü şeyleri yapmayı bıraktık mı? Dünyaya ve aynı zamanda birbirimize zıt karakterler olarak bir arada yaşayan bizler doğru şekilde evrimleştik mi?
İnsanın evrimleşmesine baktığımızda insanlık geliştikçe tarım teknolojisini, endüstriyi ve ekonomiyi geliştirdikçe, giderek daha baskın hale geldik. Sonunda en azından kendi gözümüzde dünyanın “hükümdarları” olduk. Şimdi sanki gezegenin sahibiymişiz gibi yaşıyoruz. Ormanları, doğal kaynakları gelişigüzel tüketiyoruz, hayvan türlerini tüketiyoruz, narsist zihnimizin uydurduğu ideolojilere dayalı hükümetler ve rejimler kurup bunların uygulamasında araç olarak ölüm kusuyoruz. Bizim gibi düşünmeyen herkesi hor görüyor, onlardan nefret ediyor, adalet ve özgürlük adına onları hapsediyor ve öldürüyoruz.
İnsanlık için belki de uzaylı yaşam formu diyebiliriz. En zararlı görünen paraziter yaşamda bile bizim gibi tüm dünyaya zarar vermeyi değil, sadece ihtiyacı olan şeyi alarak zarar vermiş oluyor. Evimiz olarak düşündüğümüz bu gezegenin dilini, hareketlerini, ya da kültürünü anlamıyoruz. Bu nedenle yaptığımız hatalar kendimiz dahil başkaları ve dünya sakinlerinin geri kalanı için ciddi tehlikeler oluşturuyor.
Daha da kötüsü, uzaylı olduğumuzu bilmiyoruz. Son birkaç bin yıldır burada olmamıza rağmen gezegenin yerlileri olduğumuzu düşünüyoruz. Bizler dünyanın üzerinde ağırladığı en son misafirleriz. Bizden önce atalarımız vardı. Yaşadıkları ekosistemin dokusuna zarar vermeyen dünyanın ayrılmaz bir parçasıydılar. Son nesil olarak bizler ev sahibimizin evini izin istemeden, hiç düşünmeden ve hiç pişmanlık duymadan dev bir çöplüğe dönüştürdük. İzin isteseydik bile doğanın dilinde nasıl iletişim kuracağımızı öğrenmediğimiz için bunu yapamazdık.
Bütün canlılarda olduğu gibi dünyamız tehlike altında olduğunu hissettiği için savunma mekanizması oluşturdu. Kendini bizim zehirli varlığımızdan korumak için yangınlar, seller ve depremler gönderdiğinde şikayet edecek kadar küstah, gerçek sebebini anlamayacak kadar kayıtsız kalıyoruz. Tanık olduğumuz çevresel felaketler dünyanın hastalığının belirtileri değil; iyileşebilmesi için kendisini insan parazitinden arındırma çabasıdır.
Doğanın kültürü dengedir. Her şeye ihtiyaç vardır ve her şeyin zıttı vardır. Kış ve yaz, medcezir, tropikaller ve çöller, hatta yaşam ve ölüm bile birbirini tamamlayan karşıtlardır. Birlikte her şeyin doğru zamanda ve doğru hızda gelişmesini ve sona ermesini sağlayan doğanın dinamik dengesini yaratırlar. Doğanın dili karşılıklı sorumluluk dilidir. Buna mutualiz yaşam formu da diyebiliriz. Tüm varlıklar birbirine ihtiyaç duyar, karşılıklı cömertlikleriyle var olurlar ve ihtiyaç duyduklarından fazlasını almazlar. Bu şekilde herkes herkesi desteklemeye yardımcı olur ve gezegendeki küresel ekosistem gelişir.
Doğa onaylamadığını gösterdiğinde aşırı hava koşulları, depremler ve aşırı yoğunluktaki diğer doğal afetler gibi “haberciler” kullanır. Bu habercileri anlamadığımız zaman, daha güçlü olurlar. Eğer yine de fark etmezsek, şiddete dönüşür. Eğer hala alamıyorsak, zarar verenleri yok eder. Son yıllarda doğa bu gezegende istenmediğimizi bize gösteriyor. Doğanın düşünce ve denge dilini bir an önce öğrenemezsek, her birimize verdiği hayatı elimizden alması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.