Daha önce yazılarımı okuyanlar bilir. Ruhsal anlamda pek umut verici değilim. Bu durum yıllardır böyle ve defalarca belirttiğim gibi, iyi düşün diyerek bu durumu değiştiremezsiniz. Birçok farklı şekilde kendimi ve ruhsal cehennemimi anlattım ve hiç olmazsa bir miktar anlaşılacağıma inandım. Yine ve yine yanıldım. Pes ediyorum. Sizler iflah olmazsınız. Ancak birkaç şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum.
İçinde bulunduğum boğucu hislerin “yalnızlık”tan kaynaklandığına kanâat getirenler oldu. Bunun ne kadar yanlış bir değerlendirme olduğunu size anlatmamın pek anlamı yok çünkü anlamamak için direnenlere ve sabit fikirlilere gerçeği göstermek imkansızdır. Yine de söyleyeceğim. Yalnız değilim. Hiçbir zaman tam anlamıyla yalnız olmadım. Fiziki anlamda her zaman yanımda birileri vardı. Yazılarıma yansıyanın dışında az buçuk bir sosyal çevrem vardı. Ailemle de aram iyi. Sandığınız gibi sebeplerle böyle bir durumda değilim. Bu durum bende ve benim gibi olan insanlarda kronikleşmiş bir şey. Ayrıca sahip olduğum arkadaşları hayatımdan çıkarmayı tercih ettim. Hayatımı on seneden uzunca meşgul eden birçok insanın beni tanıyacak çok zamanları varken bir gram bile çabalamadığına şahit oldum. Kendinizle ilgili her şeyi anlatıp kalbinizin kapılarını açtığınız insanların söylediklerinizi duymak istedikleri şekle çevirdiği bir dünyada yaşıyoruz.Sahip olduğum arkadaşların bana faydadan çok zarar verdiğini fark edince rest çektim. Bu insanı her şeyden çok yıpratıyor.
Kendi ideolojilerini ve fikirlerini bana dayatmak isteyen hiç kimseye tahammül edemiyorum. Böyle bir yaşamı kabul etmiyorum. Bulunduğum konumda zaten adam akıllı yaşayamıyorum. Karşıma geçip, “arkadaş bul sorunun çözülsün” diyenlere söylüyorum: Arkadaş dediğimiz şey yaşadığımız dönemde sanıldığı kadar önemli bir durum değil. Sizi anlayan bir kişi bile bulamazken saçma salak düşünceleri direten insanları arkadaş diye hayatınıza almak ne derece doğru orasını siz bilirsiniz. Ben almayı reddediyorum. Beni yoruyorlar ve kendilerini gerçekten haklı görmelerini izlemeye dayanamıyorum.
Bir diğer konu da “kendin nasıl istersen öyle hissedersin” inanışı. Yok öyle bir şey. Çok fazla kişisel gelişim kitabı okuyan insanlar kendilerini bu şekilde belli ediyorlar. Okuduğunuz kişisel gelişim kitapları size yalnızca beş dakikalık bir rahatlama sağlar. Sonrasında etkisini kaybeder. Çünkü boş vaatlerden ibaretler. İçi boş inanışları sayfa sayfa anlatan, çoğu hiçbir konunun uzmanı olmayan kişisel gelişim koçlarına inanarak hareket edebilen varsa tebrik ederim. Bir çoban bulmuşsunuz kendinize, sizi gütmesine izin veriyorsunuz. Kişisel gelişim kitapları bana böyle hissettiriyor. Alınan olursa da kusura bakmasın.
İyi düşünüp iyi şeyler yaşayanlar da var elbette. Hayatında her şey yolunda giden ya da gerçekten ekstrem bir durum yaşamayan bu insanlar tekdüze hayatlarında yanan kekin üst kısmının lezzetli olmasını “iyi düşün iyi olsun” mottosuna bağlıyor. Dolayısıyla “iyi düşündüm iyi oldu” diyerek bir yerlere gidiyor ve hayat koçu edasıyla bilmişlik taslıyorlar. Cehennemdeyim hissini ya da onu boşverin, bu dünyaya sıkışmışlık hissini hayatının hiçbir anında tatmamış insanların “bütün olumsuzlukları yaşayıp pozitif düşündüm pozitif oldu” demesi beni yalnızca güldürüyor. Gelip yorumlarda kendi basmakalıp düşüncelerinizi de belirtmeyin. Okuyup zamanımdan çalamam. Şayet olaylara nötr olarak hiç olmazsa “empati” duyarak yaklaşacaksanız buyrun yorumunuzu yapın. Beni tam anlamıyla anladığını iddia eden de çıkıp karşıma oturmasın. Çünkü anlaşılacak bir durum yok ortada. Hayalet diye adlandırılabilecek şeffaf bir halka var ve her geçen gün boğazımın etrafında küçülüyor sanki. Anlamanız için gelip “cehennemde bir gün” geçirin. Ama bunu mümkün kılmak için ruhumun bedenimden çıkabiliyor olması lazım.
Aynı dünyayı paylaştığımız bir gerçek. Ama aynı hayatları paylaşmıyoruz. Herkesin kendi küçük dünyasında farklı problemleri var. En azından ben çıkıp kimsenin acısını hafife almıyorum. “Bunu ben de yaşadım abartma” demiyorum. Böyle düşünsem bile o kişinin o acıyla başa çıkamıyor olması ihtimalini de hesaba katıyorum. Beni yıpratan da atacağım her adımı düşünüyor olmak. Benim acımı “normal”e indirgeyen herkesi ensesinden tutup duvara çarpmak istiyorum. O acı “normal” olsaydı on psikologdan biri muhakkak adını koyardı. Hiçbiri adını koyamadı. Zamanımı ve paramı harcadım Enerjimi harcadım. Yıprandım. Yoruldum. Yıkılmak için izin vermedim kendime. Çünkü zaten dizlerimin üstündeydim ve tamamen yıkılmaya iznim yoktu.
Üniversiteye başlayıp psikolojiyle daha da haşır neşir olunca insan fark ediyor. Bazı acıların tedavisi yok. Bazı problemlere herhangi bir isim verilmemiş. Psikoloji de bir yere kadar sırtınızı yaslayabileceğiniz bir gövdeden ibaret. Birinin karşısına geçip önceden belirlenip resmileştirilmiş soruları otomatikleşmiş biçimde sormanın gözümde hiçbir değeri yok. Gelen her hastaya rutin kontroller uygulayıp “hmm sizi anlıyorum” demek hiç gerçekçi gelmiyor. Memnun olan varsa ne mutlu onlara. Ezilip büzülüp ruhsal sağlığım yüzünden fiziksel sağlığımı da kaybettikçe her şeyi bir kenara bıraktım. Kimseye kendimi kabullendirme çabam yok. Kendimi anlatmaya devam etmemin tek sebebi yaşama tutunmak için son çabam olması. Bırakırsam muhtemelen yaşamanın da pek anlamı kalmamış olacak. Hoş, şuan bile benim için çok fazla anlamı yok.
Dediğim gibi, kendi ideolojilerinizle gelip burada bana içi boş düşünceler aşılamaya çalışmayın. Eğer gerçekten söylediklerimi okuyup anlamlandırmaya çalışıyorsanız ve beni değiştirme amacı taşımıyorsanız o zaman fikirlerinizi ciddiye alırım. Bana gelip “güneş doğudan doğuyor” dediğinizde bunu kabullenmek zorundayım. Bilimsel olarak kanıtlanmış bir durum söz konusuysa kabullenebilirim. Ama bilim, “cehennemdeyim” hissinin pozitif düşünmeyle geçeceğini kanıtlamadı. Arkadaş sahibi olunca acılarının dindiğine dair bir tez yazılmadı. “Cehennemdeyim” hissinin bir çözümü yok ve “abrakadabra” diyince düzelmiyor. Siz düzeldiğini hayal edebilirsiniz. Bu konuda serbestsiniz. Ancak gerçeği görenlerin gözlerine perde çekmeye ve kendi örümcek ağıyla kaplanmış düşüncelerinizi kabul ettirmeye hakkınız yok. Üzülerek söylüyorum ama bizim dünyamızda herkes kendi fikrinin kesin doğru olduğuna inanıyor. Kimsenin karşısındakini anlamaya yönelik “samimi ve gerçek” bir çabası yok. Artık anlaşılmayı da bir kenara bıraktım. Hâlâ anlaşılmayı bekleyen varsa da tavsiyem bu boş bekleyişten vazgeçmesidir.
Eh, buraya kadar okumuş olan varsa devam edeceğim. Bugün fazlasıyla öfkeli ve tükenmiş vaziyetteyim.
Online eğitimden dolayı verilen ara sınav ödevleri bitmek bilmedi. Nefes almayı bile dert eden bir insan olarak benim için çok zorlu bir süreçti. Bütün sınıf arkadaşlarım ödevi yapıp yollarken ben eksik bir şey var mı diye yüzüncü kez kontrol etmekle meşguldüm. Zaten normal günleri uykusuz geçen biriydim, stresten son bir ayı sıfır uykuyla tamamladım neredeyse. Ara sınav ödevleri bitince final ödevleri verilmeye başladı. Verilen kısacık zamanda onca ödevi teslim edebilme potansiyelim olsaydı akademisyen olurdum ama bizim ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde akademisyenler kendilerini “dünyanın kralı” zannettiği ve bizim insanımız da “kraldan çok kralcı” olup onların bu savlarını desteklediği için ağlanacak haldeyiz. Bir şekilde onları da halledeceğimi umuyorum.
Akademik kariyerim beni tüketirken ruhsal canavarlarımla da uğraşıyorum. Bu yılı sağ atlatabilirsem sırada daha kötü günler var, her zaman vardı. Akşam yatağa giriyorum ve tavana bakıp nefes alış verişlerimi düzenlemeye çalışırken “bu geceyi de atlatırız herhalde” diye kendime teselli vermek oldukça zavallı hissettiriyor. Yaşamaya devam ettirmek için her adımda omzumu patpatlamak zorundayım. Sonra da dönüp kendime “sen bir zavallısın ve sırt sıvazlamazlar işe yaramıyor” diye çemkiriyorum. Doğruya doğru. Hiçbir işe yaramıyor. Neden nefesimi tüketmeye devam ettiğimi de bilmiyorum. Yeterince cehennemi yaşadım, diğer dünyayı da cehennemle heba etmemek için herhalde.İnsanın hayatının her anından şikayet etmesi son derece yorucu bir durum.
Lakin yaratılıştan gelen ve çözülemeyen bir problemi sırtınızda taşımıyorsanız burada gelip bana terapist rolü kesmeyin. Sevgiler.