Dünya; sonu olan, doymak bilmeyen, içine düştüğümüz ve düşmeye devam ettiğimiz bir devin ağzıdır. Bunun bilimsel bir açıklama olmadığını daha çok çağımızdaki dünya kavramı olduğunu söyleyebilirim. Bu tanım insanların günümüzde dünyayı nasıl gördükleri ile ilgilidir. Geçmişten bu yana yaşadığımız gezegenin şekli tartışmalara konu oldu. Bilim, fiziksel ve kimyasal özellikleri hakkında çalışmalar yaptı. Ama bunlar ilerlerken bir sonu olduğu düşünülmedi. ( Bilime karşı olmadığımı söylemekte fayda var.) İnsanlar tartışmalara konu olan gezegende ölüm yokmuş gibi yaşamaya devam etti. Ölümü unuttuk bununla birlikte yaşamayı da unuttuk. Ve eğer bu devi kazanın içine atmazsak bizi yutacak. Bir Japon Halk Masalı: Dev Yamamba
Bir gün sığır çobanı balık satmak için dağların arkasındaki uzak köylere gitmeyi planladı. İneğin sırtına kurutulmuş morina balığı bağladı ve şarkı söyleyerek düştü yola. Çoban bir süre yürüdükten sonra birisinin ” Hey!, Hey!” diye bağırdığını duydu. Bu ıssız dağda kendisine kimin seslendiğini merak ederek sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Ama gördüğü karşısında şaşkına döndü. Ona seslenen bir devdi ve kendisine doğru geliyordu. (Buradaki dev sımsıkı bağlandığımız dünyayı temsil ediyor.) Bu deve Yamamba denirdi. Çoban korkarak ona bir balık fırlattı. Yamamba balığı bir anda yutuverdi. Ardından bir tane daha balık istedi. Sığır çobanı “Bu balıkları köyde satmalıyım. Sana daha fazla veremem.” diyerek itiraz etti. Fakat daha sonra korkunç yaratığa baktı ve pes ederek ikinci balığı da deve doğru fırlattı. İkinci, üçüncü dördüncü, beşinci, altıncı… Dev bir türlü doymak bilmiyordu.
Doymak bilmeyen dünyanın içinde doymak bilmeyen insanlar. Sahiplendiğimiz ama Allah’a ait olan bu dünyada her zaman bize verilenden daha fazlasını istedik. Şükür etmek yerine sahip olduklarımızı küçümsedik. Hiç düşünmedik ki küçümsediklerimizin diğer canlıların ihtiyacı olabileceğini. Ve o kadar çok enlere takılıp kaldık ki yaşamayı, mutluluğu unuttuk. En mükemmeli, en büyüğü, en iyisi, en pahalısı…
Doymak bilmeyen dev çobana ” Henüz biraz daha açım. Sanırım seni de yiyeceğim.” dedi. Dev tarafından yenilme fikrinden hoşlanmayan sığır çobanı kirli olduğunu söyleyerek gölde yıkanıp geleceğini söyledi. Ancak bunun yere devden koşarak uzaklaştı. Dev kimsenin gelmediğini görünce çobanın yalan söylemiş olduğunu ve kaçtığını anlayarak peşine düştü. Sığır çobanı ise ilk gördüğü eve girmiş ve tavan arasına saklanmıştı. Nefesini tuttu, korkuyla devi beklemeye başladı. Yamamba hızlıca eve girdi. Kendi evinde olduğunu görünce ateşin kenarına oturdu. Daha sonra dev yüksek sesle bağırdı “Oh ne yapsam? Hemen yatsa mı ki, yoksa birkaç pirinç pastası mı yesem?” Sığır çobanı tavan arasından fısıldadı ” Pirinç pastası. pirinç pastası.” Dev bu sözleri işitince kızartmak için birkaç pirinç pastasını ateşe koydu. Pastaların kızarmasını beklerken uyuyakaldı. Bunu fırsat bilen ve aç olan sığır çobanı pastaları yemeye başladı.
Dev pastaların ısırma sesiyle uyandı. “Benim pirinç pastalarımı kim yiyor? Fare olmalı. Farelerden çok korkarım hemen gizlenmeliyim.” diyerek kazanın içine atladı. Sığır çobanı tavandan inerek kazanın kapağına iri ve ağır bir taş koydu. Ardından ateş yaktı. İçerisi korkunç bir şekilde ısınıyordu. Dev daha fazla dayanamayarak dışarı fırladı. Yanmalarla yaralanan ve korkudan çılgına dönen dev koşarak uzaklaştı. Böylelikle sığır çobanı şarkı söyleyerek uzak köylere doğru yol aldı.
Hepimiz masadaki sığır çobanıyız aslında. Kimileri uzak yol alıyor kimileri kısa. Benzer noktamız devi kazanın içine atıp kapağı kapatamamamız.
Ve asıl mesele kapağı tam değil yarım kapatmak. Dünyayı seveceksin ama ölçülü bir şekilde. Unutmayın asıl memleketimiz cennet veya cehennem.