Denizin Altından Notlar

Denizin Altından Notlar

Denizin Altından Notlar

Ben hasta bir adamım.

Genç bedeni, yaşından beklenenleri karşılamayacak kadar çürük ve içi nefretle dolu bir adamım ben. Yaşından beklenenler; yıllardır var olan, toplum yasalarının gerekli gördüğü, yazılı olmayan ama baskısı her koşulda hissedilen, ucuz isteklerden öteye gitmemiş ve çoğunluğu eline almış ortak düşüncelerin doğru kabul edildiği en yaygın inanışlardır. Hastalığım, bu inanışların doğruluğunu korkusuzca yargılamaktan kaynaklanan çürümenin ta kendisidir. Çürüyorum, evet. Çürüdüğümü bilmekle beraber, tedavi olmayı da düşünmüyorum. Sanırım, bu konuda batıl inançları olan birisiyim. İyi bir eğitim gördüm, batıl inançlara inanmamam gerekirdi. Ama inanıyorum işte. Tıbba, beni iyileştirebilecek doktorlara saygı duyuyor, sırf salt nefretimden dolayı tedavi olmuyordum. Siz bunu anlayamazsınız. Ama ne önemi var? Ben anlıyorum ya.

Belli makamlara belli yollardan geçerek gelmiş, nispeten akıllı görünen ve sırf bu görüntüsü yüzünden saygı gösterilen birtakım insanlar yüzünden kazandığım öfkemi kusmadan önce, siz okurlara güzel örnek oluşturabilecek bir öykü anlatmak istiyorum. Hayatımın bir dönemi gemicilik yaparak geçti. Denizdeki zorlu şartlara göğüs geren nice yiğit denizcilerin arasında ben, sadelik ve doğruculuğumla ne kadar saygı görsem de aslında işlerin öyle olmadığını sonraları anlamış ve acı tecrübelerim sonucu mesleğimi erkenden bırakmak zorunda kalmıştım. Ters bir denizciydim ben. Üstlerim bu durumumdan sürekli şikayetçi olur, fazlasıyla deniz domuz görmüş büyüklerim bana ders vermeye kalkışırlardı. En acıklısı ise, bir keresinde ikinci kaptanın, benimle yerli yersiz konuşmalar yaparak kendini yüce göstermeye kalkışmasıydı. Yaptığı düpedüz bir güç gösterisiydi ve benim orada ne işimin olabileceğinin kahpece yapılan bir sorgusuydu. Alaycı bakışlarını bana dikerek karşımda dikilir, kendinden normal hayatında asla beklenmeyecek bir özgüvenle bana caka satardı. Sırf bakışları yüzünden onunla kontrat boyunca savaştım. Sonunda da yendim onu. Artık eskisi gibi küçümseyici bakışlarını üzerime dikemez olmuştu.

Size ters bir denizciyim demiştim ya. Yalan! O ikinci kaptana da diğerlerine de caka satardım. Kendimde bulduğum en önemli kusur da buydu zaten. Ne kadar çok sinirlenirsem sinirleneyim, biri sigara uzatsa ya da bir çay sürse önüme, hemen yelkenleri suya indirirdim. Sonra kusuruma olan öfkemden dolayı uykularım kaçar, geceleri de gündüzleri gibi uykusuz olur, bir ruh gibi dolaşırdım. Nedenini asla anlamayacağım bir sahtelikle aramızda dolaşan samimiyetsiz insanlara giderek benziyorum diye az kızmadım kendime.

Siz hiç kendi dertleriyle övünen insanlar gördünüz mü? Nitekim oluyor böyle şeyler. İnsanlar dertleriyle övünüyorlar. Kimin ne kadar derdi varsa o kadar saygı görüyor toplum tarafından. Yaptıkları değil, kuvvetle muhtemel sadece şans eseri yaşadıkları yüzünden tapılacak konuma kadar gelebiliyor insanlar. Sizinle böyle olmuyor diye tartışmayacağım. Birinin baş ağrısı olsun ya da olmasın, arkadaşları arasında bunu dillendirerek dikkatleri üzerine çekme çabası bile tek başına, meseleye vereceğim zararsız bir örnek olur. Bu örnekteki biri, baş ağrısını abartılı bir biçimde sergilemek için inlemeleri ve sesli yakarışlarıyla bütün konuyu üzerinde toplar. Ama bunu bir yere kadar yaptıktan sonra insanların alıştığını görmeye görsün, başka bir derdini öne sürerek bu işlemi tekrarlar. Bu örneğimi çoğaltabilir, en bayağısından siyasetçilere kadar vardırabilirsiniz.

Cem Ceylan
İki işten birini seçemez olunca, ikisini de yüzüstü bırakanlar gibiyim. Sırf hıncımdan dolayı sevmediğim işi yapmaz olabiliyordum. Bu hıncımla kime kötülük ettiğimi açıklamak elimde değil, bunu ben de bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa o da iş yapmamakla bütün zararı olsa olsa kendimin çekeceğidir.
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Kelebeğin Ömrü
Sonraki
Hayalperestler

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.