…Şair Yahya Kemal gibi denize türkü yakmadım ama hep bozkırların türküsünü dinledim. Bozkırlar duygularımın da, düşüncelerimin de çatısını oluşturdu.
Ta askerlik çağına kadar denizi sadece haritalarda gördüm, şairlerin şiirlerinde, öykü ve romanlarda, bazı film sahnelerinde, yapılan tasvirlerde tanıdım, aslının nasıl bir şey olduğunu hep merak ettim.Her ikisi de kitap gibi okunur. Bakmayın siz şairlerin deniz hasretini tekrarlayıp durduklarına. Bozkırların, yaylaların hasreti de dayanılır değildir. Bazen gözlerde bir damla su deniz olur bazen da bir bozkırda tek başına kalmış ağaç dibindeki pınarın hasreti. Deniz de, bozkır da her insana farklı görünür. Kitaplar gibi her ikisi de okuyanın, yani yaşayanların anlayışlarına, beklentilerine çağrışımları, hasretleri farklıdır. Lakin doğa olayları, rüzgârlar, fırtınalar denizi de bozkırı da kabartan ortak taraflarıdır. Denizde dalgalar, bozkırda toz bulutları yükselir. Birinde gemiler, tekneler sallanırken, bazen batarken, diğerinde çatılar uçar, ağaçlar devrilir. Deniz ve bozkırın ortak kaderleridir bunlar.
Ilık bir meltem denizi sarhoş ederken, bozkırdaki çayırlara, çimenlere kanat takıp uçurabilir. Fakat bazı durumlarda birine yarayan diğerine yaramayabilir. Yani denizi sarhoş eden bozkırı kavurabilir. Deniz suyu ile yıkanmamış rüzgârların bozkırlarda amansız olduğu zamanlarda insan bozkırın içine çekilir…
(Deniz Günlükleri’nden. İ.Kurt)…