Değişmeyen tek şey değişimdir
Herakleitos
Herkes gibi bende hayatımda değişik değişik evreler geçirdim. Asla dediklerimi yaptım, bırakmam dediklerimden vazgeçtim, zaman zaman tükürdüğümü yaladım, keşkelerim iyiki, iyikilerim keşkelerim oldu. Ben kendime çizdiğim dümdüz yolda yürümeye çalışırken o yol bazen sağa bazen sola kaydı ama asla dümdüz olmadı.
Kendimi bildiğim yıllarım sanırım dört yaş civarlarına denk geliyor. Tozpembe dünyam. Ne güzeldi. Kendime sorularım yoktu. Doğru ya da yanlış benim için anlamsızdı. Büyüklerimin sunduğu büyülü dünyada yaşamak başlı başına oyundu benim için. Çabuk unuturdum. Yapılan kötülükleri, haksızlıkları, azarlamaları. Üzüntülerimi dakikalık yaşardım ertesi güne yaymadan. Böyle düşününce cidden güzel bir çocuklukmuş. Dünyayı anlamaya çalışırdım tuhaf sorularımla ama verilen cevapların arkasını aramazdım. Doğru mu yanlış mı kim söylemiş, nereden duymuş… Bunlar umrumda değildi. Dediğim gibi anlık tatminler yaşıyordum.
Anaokulu ile çocukların acımasızlıkları ile tanıştım. Küçük bir ilçede yaşıyorduk. Anaokulumuz küçük, sevimliydi. Ama içerisi pek de öyle değil. Orada hiyerarşi sistemi ile tanıştım. Sınıfa hükmetmeye çalışan bir kız ve onun sınıflandırmalarını kabul eden koyun sürüsü. Orada anladım ki çoban olana koyun çok. Şimdi düşünüyorum da ben bu sürüde neredeydim? Bir çoban olmadığım belli peki bir koyun muydum? Zaman zaman koyundum ama fırsat buldukça sistemi eleştiren anarşist. Sanırım bu hareketlerimde baskın duygu korkuydu. Ne tamamen karşı çıkacak kadar cesur ne de tamamen boyun eğecek kadar aptal orta yerde bir yerdeydim sanırım. Belki bu durumun farkında olan ve dikkat çekmek istemeyen birden fazla benden vardı, bilemiyorum. Ve acımasızlıklar. İnsan o yaşta empati yapamıyor sanırım ya da benim çevrem böyleydi bilemiyorum. Birbirlerin duygularını umursamadan acımasız lakaplar takan arkadaşlarım vardı. Ve dışlayan, ve dışlananları haklı olsa bile zayıf gördükleri için dışlayan bir sınıf. Hiç mi güzel bir şey yoktu? İnsanlar hesapsızdı, saftı. Yapılan kötülüklerde bile amacın karşı tarafta can yakmak olduğunu düşünmüyorum. Bilgisizlik ve taklit olarak görüyorum. O yaştaki çocuğu onunla konuşunca az çok anlayabilirsiniz. Hesapsızdır, olduğu gibi, su gibi. Bu masumiyetle belli bir yılı tamamladık.
Sonra lise yıllarına doğru yer arayışı içinde kimliğim karşıladı beni. Etliye sütlüye karışmayan kendi halinde ve yalnız gördüklerini himaye etmeye çalışan, beni yansıtan bir tarafı vardı elbette ama aynı zamanda insanlara kendini kanıtlamaya çalışan bir taraf da baskındı. Onların sevdiği şeyleri sevmeye çalışan, taktir gören durumlarda bulunmaya çalışan, kendi isteklerinden çok başkalarının isteklerini kendi doğruları ve istekleri yapan bir taraf. Genel özetle: evet , bu yıllarda amacım taktir görmek toplumda yer edinmekti. Büyüdükçe böyle bir yere ihtiyaç duyuyordum. Ve ben toplumdum toplum bendi.
Lisede çok farklı geçişler yaşadım. Yeni insanlar gördüm, hayalleri ve hedefleri olan insanlar. Düşünce dünyamda yeni fırtınalar açtı. Ve zamanın kıymetini lisede anladım. Tek saniyenin önemini lisede anladım. Ve aynı zamanda lisede insanlardan tiksindim. Bazen ailemde yaşadığım kaos ortamından bağırışlardan, babamdan bazen de lisede bile bile zayıf noktandan saldıran insanlardan. Güçlü olmaya çalıştığında küçümseyen, inanmayan insanlardan. Beni kabul etmesini istediğim toplumun o kadar da sarsılmaz bir güç olmadığını gördüm. Lisede yalnızlığı sevdim. Kendimi üzdüm, onunla tartıştım, onu ezdim, zaman zaman başımı yere indirdim ama bir şekilde sonunda onunla uzlaştım. Tecrübe ettikçe uzlaştım. Ve doğrularım oluştu. Asla’larım.
Sonra üniversitedeyim çok yaşamadım bu yılları yıla vurursak ama çok yaşadım tecrübeye vurusak. Üniversiteye başlangıcı bomba gibi yaptım. Bütün klüplere katıldım. Lise yıllarındaki uktelerimi bu yılda yaşayacaktım. Her şey harika gidiyordu. Artık arkadaşlığın da psikolojisini çözmüştüm. Ne çok yakın ne çok uzak. Ortada bir yerde durursan çevrendekilerle yürür giderdi bu ilişki. Yalnızlığımı da seviyordum. Tamamdı ya hem sosyal bir ortam oluşturmuştum hem de kendime kişisel alan. İnsan psikolojisini de az çok kazıklar yiye yiye çözmüştüm. Ama daha önce tanışmadığım bir alan vardı. Gönül işleri. Çetrefilli, dolambaçlı, farklı. Güzel yanları ve yorucu yanlarıyla yaşadığım bir ilişkim oldu. Bana bambaşka tecrübeler kattı. Sevdiğim yanları, yalnızlık anlarıma girdiğinde beni rahatsız etmemişti. Tam tersine onunla o anlarda iki kişi değildik, bir kişiydik. İnsanlar bana yüklendiğinde yorduklarında ona sarılırdım ve paylaşırdık yükümüzü. Birlikte daha güçlüydük ve her şey daha anlamlıydı. Ağlamak bile. Ama işte bir nokta vardı ki iki ucu düğüm bir ip. Çözemedik. Çok uğraştı kulak verdim ve yumuşadım. Uğraştım kulak verdi ve yumuşadı. Ama işte o düğümü çözemedik. Çünkü elimizde değildi. Karar mercii bizden çıkmıştı. Burayı çok açık yazmayacağım. Ama olmadı ve oldurmaya çalıştıkça ben çok yoruldum. Başka çözüm önerileriyle gelse de devam etme riski gözümü korkutuyordu ve hem onun hem benim daha fazla yıpranmamızı istemiyordum. Toparlanmam gerekiyordu. Toparlanması gerekiyordu. Bitti. Ve o günden sonra hayata daha realist bakmaya başladım. Kimse aynı yolda yürümez. En fazla paralel yürür ama aynısı olmaz. Filmlerdeki hikayeler sadece filmlerdedir. Kahraman olamazsın. Dünyayı kurtaramazsın. Kendini kurtarırsan ne ala. Şu günlerde bu hallerdeyim. Pandemi süreci ile de böyle değişim evrelerimi bir kaleme alayım dedim. Buraya kadar okuduysanız artık beni tanıyorsunuz. Teşekkür ederim.