Derin derin kitabı anlatmak yerine sadece kitabın içerisinde geçen, gerçekten de var olan fakat kimsenin fazla irdelemediği veya söylemediği, Hristiyan dünyasının bazı gerçeklerine değineceğim.
Katoliklerin aşırı tutucu bir tarikatı var. Bu tarikata bağlı kilise, erkek egemenliğinde bir kilisenin devam etmesini istiyor. Hristiyan dünyasını ve inananları kolay konsolide etmek için esas Hristiyanlık dininin gerçeklerini saklıyorlar. İsa’nın hiç evlenmediğini dolayısıyla soyunun olmadığını söylüyorlar. İsa’yı insani taraftan çıkartıp tanrısallaştırıyorlar. Bununla ilgili şöyle bir alıntı var.
“ Eski kilisenin tüm dünyayı ölümlü İsa’nın tanrısal olduğuna inandırması gerekiyordu. Bu yüzden İsa’nın dünyevi özelliklerini anlatan tüm surelerin İncil’den çıkartılması lazımdı.” (S.273)
Kilisenin anlatımı bu yönde olsa da gerçekler öyle değildi… İsa’nın Magdalalı Meryem adında bir eşi var ve bu eşinden doğan çocukları var. Kitap, İsa’nın soyunun günümüze kadar geldiğini de yazıyor. Kilise bu bilgileri yüzlerce hatta binlerce yıldır saklıyor. Şimdilik buraya kadar olan bilgiler bir kenarda bulunsun.
Kilisenin karşısında ise bir kardeşlik var. Sion Kardeşliği… Bu kardeşliğin amacı ise gerçekte var olan bilgilerin hepsine korumak. Tüm gerçek bilgilere hakimler ve ellerinde İsa’nın insani yönünü, evli olduğunu, soyunun devam ettiğini ispatlayan deliller var. bu kardeşlikte yaklaşık iki bin yıldır var. Hatta Rönesans döneminin en ünlü sanatçısı Leonardo Da Vinci de bu kardeşliğe hizmet edenlerden ve kardeşliğin üyelerinden bir tanesi. Da Vinci’nin tüm eserlerinde İsa gerçeğine dair şifreleme yöntemleri mevcut. Şöyle ki; Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği adlı eserinde ortada oturan İsa’nın sağında kendi yansıması gibi gösterilen kadının Magdalalı Meryem’miş.
Kardeşliğin bütün amacı dediğim gibi peygamber ve insan olan İsa’nın gerçek bilgilerini yine Da Vinci’nin şifreleme tekniği olan kripto silindirinde saklıyorlar. Bu kripto silindirin saklandığı yeri ise sadece kardeşliğin üyeleri biliyor. Kitap, tüm kardeşlik üyeleri kilise tarafından öldürüldüğü için kripto silindirin peşine düşen kilise ile kardeşliğin silindiri ipucu ile emanet ettiği kişilerin arasındaki polisiyeyi anlatıyor. Ve kitap ilk sayfalarından itibaren sizi öyle bir sürükleyici gerilimin içerisine çekiyor ki kitabı elinizden bırakmak istemeyeceksiniz.
Şimdi ise kitapta ilginç bulduğum başta da söylediğim gibi kimsenin söylemediği (Hristiyan dünyasının üç maymunu oynadığı) önemli hususları anlatacağım.
Kutsal roma imparatorluğu pagan dinine ve Hristiyan dinine inananlardan oluşuyordu. İsa’nın Çarmıha gerilip! Öldürülmesinden sonra paganlar ve Hristiyanlar arasında büyük kavgalar çıkıyor. Roma imparatoru Konstantin ülkesinin bölünme tehlikesi için bir şeyler yapmaya başlıyor.
“Konstantin çok iyi bir iş adamıydı. Hristiyanlığın yükselişe geçtiğini görüyordu bu yüzden kazanacak olan ata oynadı. Ve pagan sembollerini Hristiyan geleneğine yerleştirdi” (S.260)
“Hristiyanlıktaki hiçbir şey orijinal değildir. Hristiyanların kutsal günü bile paganlardan çalıntıdır.” (S.261)
Ve bu sayfanın devamında bir sohbette İsa’nın tanrının oğlu olmadığını da anlatıyorlar. Tıpkı Kuran’da anlatıldığı gibi insani yönünden bahsediyorlar. Burada yine Leonardo Da Vinci’nin Polemikler ve Spekülasyonlar hakkındaki defterinden bir alıntı paylaşacağım.
“Pek çokları, aptal kalabalığı aldatarak, yanılsamalardan
ve sahte mucizelerden gelir elde etmiştir.”
Leonardo Da Vinci(S.259)
Kitapta haçlı seferlerinin de kilisenin bu amacına hizmet eden bir yönünün de olduğu anlatılıyor.
“Haçlı seferlerinin bir sebebi de buydu. Bilgileri toplayıp yok etmek. Magdalalı Meryem’in eski kilise erkeklerine karşı oluşturduğu tehdit yıkıcıydı.” (S.283)
Yani kitapta anlatılan erkek hegemonyasında bir kilise asıl büyük amaçtı. Ve kiliseye karşı da bir öz eleştiri de vardı.
“Papa hazretleri, kadınlara karşı uygulamanızdan rahatsız oldu. Samimi olmak gerekirse utanç kaynağı.” (S.454)
Kitapta ilginç birkaç bilgiye de rastladım. Daha doğrusu bir itiraf mıydı? Bilemedim… Kitabın kahramanı Langdoni arkadaşıyla yaptığı bir bilgi alışverişinde arkadaşının şaşkınlığını şöyle bir cümle ile anlatıyor:
“Dünyanın düz olduğunu henüz keşfetmiş bir adam gibi görünüyordu.”
Kitapta okuduğum bu cümlenin ardından yoksa yazar Dan Brown’da mı bir düz dünyacıydı? Diye de düşünmeye başladım.
Kitapta geçen bir başka önemli bilgi ise “altın orana” değinmesi. Doğanın tüm dengesinde bu altın oranın olduğu gerçeğine vurgu yapılmış. Bu altın oranın tarihte sanatçılara ve bilim adamlarına ilham kaynağı olduğunu söylüyor. Leonardo Da Vinci’nin Vitrivius Adamı adlı çalışması ise bu altın oranı gösteren önemli bir esermiş…
Kitaptaki kahramanlar, Kripto silindire ulaşmak için bir sürü şifre ve cümle anlamı çözmeye çalışırken bahsedilen bir şifreleme yöntemi var. Fibonacci Dizilimi ile şifreleme yöntemi. Artarda olan iki sayının toplamının bir sonraki sayıyı göstermesi…
1.1.2.3.5.8.13.21.34 … diye devam etmesi ve 13. Sayıdan sonra yine bu şifreleme yönteminde de altın oranın olduğu söyleniyor.
Polisiye, gerilim, macera, tarih ve dinler tarihi anlatan bu şaheseri fazlasıyla beğendim. Kitabı okuduğum paylaştığım arkadaşlarım bu kitabın filminin de olduğunu ve çok sevdiklerini söylemeleri üzerine filmini de izledim. Evet gerçektende çok güzel bir film ama kesinlikle kitabın asla ve asla yerini tutamaz. Kitabı okurken; müze, kripto silindiri ve/veya şahısları hayallerime uygun şekilde gözümde canlandırıyordum. Filmi izledikten sonra ise sadece filmin sahneleri gözümün önünde canlanıyor. Yani hayal gücümün tıkanması olayı söz konusu. Bu yüzden kitapları daha çok seviyorum. Bir daha uyarlanmış film izlemeyi ise düşünmüyorum. Bu konuyla alakalı Baba Filmi’nin yazarı Mario Puzo’nun Aptallar Erken Ölür isimli kitabında çok güzel bir sözü var;
“Filmle roman kıyaslanamaz ki, film hiçbir zaman kitabın yaptığını yapamaz.”