Covid-19 virüsü, tüm dünyada görülen ve pandemi olarak değerlendirilen ‘Corona’ adlı hastalığa sebep olmaktadır. Bu hastalığın başta her ne kadar toplumun belli bir kesimini etkilediği söylense de -örneğin sadece yaşlılar için tehlikeli, gençleri etkilemiyor gibi- , daha sonra bu durumun bir yanılgı olduğu ortaya çıkmış ve dünya üzerindeki her insan için bir tehlike arz ettiği belirlenmiştir. Evet risk grupları vardır; ancak Türkiye’de yayılmaya başladığı dönemde insanlar çok büyük bir yanılgıya kapılmış ve gençler günlük yaşamlarına devam etmişlerdir. Bu da maalesef salgının yayılmasını hızlandırmıştır. Ancak insanların bir noktadan sonra bilinçlendirilmesi ile bu ‘rahatlık’ durumu devam etmemiş ve insanlar artık durumun farkına varmışlardır.
Tüm dünyayı etkisi altına alan bir pandemi tüm toplumlara olduğu gibi, ülkemizde, bizde de birçok etki bırakacaktır. Toplumsal ve psikolojik olacak olan bu etkiler belki de geleneklerimize ters düşecek, günlük yaşantımızı zorlayacaktır.
Gündelik yaşamdaki akışın sınırlandırılması, iş-eğitim hayatının geniş çapta durdurulması insanlar üzerinde stres, endişe, kaygı ve korkuya neden olmuştur. Bu oldukça normaldir. Sağlıklı bireyler dahi bu durumda hastalık kapmaktan korkmuş ve paniğe kapılmıştır. Korona kendini ateş, öksürük, iştahsızlık, tat almada bozukluk gibi belirtilerle göstermektedir. Bunların bilinmesine rağmen insanların günlük hayatta asla önemsemeyecekleri en ufak belirtileri dahi ciddiye alıp hastanelere müracaat etmiş ve sürekli bir panik havasında oldukları gözlemlenmiştir. Bu korkuyu besleyen daha birçok şey vardır. Örneğin; yayılan sahte ve korkutucu haberler.
Özellikle sosyal medyada hızla yayılan sahte haberler ve videolar nedeniyle insanlar daha da stres altına girmiş ve korkuya kapılmıştır. Bu günlerde medyada başka türlü haberler de gündeme gelmediği için, insanların birbirleriyle hatta aile içinde dahi sürekli konuşulan tek konu Covid-19 olmuş, bu da kaygı durumunu daha da beslemiştir. Bahsettiğimiz pandemi, insanları daha birçok şekilde psikolojik ve fiziksel olarak etkilemiş, kişiler üzerinde çeşitli etkilere neden olmuştur. Yapılan anketlere bakıldığında da bu net bir şekilde görülmektedir.
Covid-19’un insan üzerindeki psikolojik ve fizyolojik etkilerini gözlemlemek için çok sayıda anket yapılmakta olup, sonuçları da belirlenmiştir. İnsanlarda özellikle uyku sorunu, yeme bozukluğu, obsesif düşünceler ortaya çıkmış ve yeni fobiler geliştirmelerine neden olmuştur. Özellikle temizlik konusunda insanlar başta ne yapacaklarına şaşırmış, daha sonra takıntılı davranışlar sergilemeye başlamışlardır. Doktorların yalnızca elinizi yıkayın, dışarıdan aldıklarınız için suyu kullanmanız yeterli diye aktarımlarına rağmen, satın aldıkları meyveleri, sebzeleri ve pakette olan her şeyi deterjanla dahası çamaşır suyuyla yıkadıkları görülmektedir. Bu davranışlara sebep olan tamamiyle kaygıdır. Anketler sonucunda insanların kendisine dokunmaktan dahi korktuğu, sürekli kaygı halinde bulundukları gözlenmiştir. Aşırı dezenfektan kullanımı sonucu ellerde oluşan yaralar, çamaşır suyu içme vakalarındaki artış da yine bundan kaynaklanmaktadır.
Evde kalma süreci beraberinde bir bunalma, sıkılma hissi de getirmektedir. Bu da insanların sinirli, asabi davranışlar sergilemesinde ve stresinin artmasında çok fazla etkilidir. Özellikle son zamanlarda havanın da güzel olması, bizde bu hapsolmuşluk hissini daha da arttırmış ve daha da sıkılmamıza neden olmuştur. Bu süreçte artan kaygıyla birlikte insanlar genellikle yemek yapmaya ve temizliğe yönelmiştir. Bu süreçte yoğurttan ekmeğe, hatta o ekmeğe sürdüğümüz çikolataya kadar her şeyi kendimiz evde yapmaya başladık. Çünkü dışarıdan eve virüs sokmaktan korkar hale geldik. İnsanlar sosyal medya paylaşımlarında da belirttikleri gibi “sanki camdan eve her an virüs girecekmiş gibi” hissettiklerini ifade ediyorlar. Bu kaygı seviyesi öyle çok yükseldi ki; normal aralıklarla temizlik yapan her bireyin bu dönemde sanki obsesif kompulsif bozukluğa sahipmiş gibi davranmaya başladığı gözlemleniyor.
Halk arasında takıntı hastalığı olarak da bilinen obsesif kompulsif bozuklukta (OKB) ve panik atakta, son zamanlarda tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de çoğu bireyde kaygı ve korku durumuna bağlı olarak potansiyel hasta artışı olduğu gözlemlenebilmektedir. Bunun belirtileri genellikle takıntılı, tekrarlayan düşünce ve davranışların var olmasıyla ilgilidir. Şimdi genel olarak ülkemizdeki bireylerde gözlemlenen davranışlara ve düşüncelere baktığımızda, bu gözlemin doğruluğunun farkına varabileceğiz.
Kişilerde ortaya çıkan kirlerden ve mikroplardan korkma, hata yapma korkusu (örneğin dışarıdan alınan bir ürünün yeterince temiz olup olmadığına dair aşırı bir kaygı duyulması ve defalarca sabun, deterjan ve hatta çamaşır suyu gibi kimyasal maddelerle temizlenmeye çalışılması gibi), buna bağlı olarak başkalarına zarar verme korkusu (örneğin yeterince temizlik ve hijyenin sağlanamadığına dair bir korku veya yakınlarıma hastalık bulaştırırım diye düşünerek intihar eden sağlık çalışanları gibi), bundan kaynaklı aşırı derecede şüphe hali de bireylerde gözlemlenmektedir. Yapılan bu gözlem ve çalışmalar da ülkemizde ortaya çıkmakta olan potansiyel OKB hastalarının varlığını bize sunmaktadır.
Daha da pekiştirmek açısından şu durumları da ele alabiliriz. Tekrar tekrar cildi aşındıracak şekilde banyo yapmak, duş yapmak veya ellerinizi yıkamak gibi. Ve bir başka örnek olarak da bir rutin tutturup bunu uygulamak ve bunun dışında bir durum sergilendiğinde sürekli olarak baştan tekrarlamak. Örneğin; dışarıdan gelindiğinde ilk önce ayakkabıların çıkarılıp yıkanması, ardından kıyafetlerin çıkarılıp balkona asılması, ardından maskenin ve eldivenin çıkarılması, daha sonra alınan ürünlerin tek tek yıkanması diye ilerleyen rutinde ayakkabıların temizlenmediğini düşünüp tekrar bu rutini baştan tekrarlamak gibi. Maske ve eldiven takılır tekrar kıyafetler değiştirilir ve tüm rutin en baştan ele alınır. Bu davranışları aynı evi paylaştığımız kişilerde gözlemlerken, bizim de bu eylemleri paylaştığımızı farkettiğimiz noktalar olmakta. Evde oturmuş, günlerdir dışarı çıkmazken bile sürekli el dezenfektanı veya kolonya kullanmak gibi davranışları hepimiz sergiliyoruz. Tüm bu davranışlarımızın ve düşüncelerimizin sebebi, virüsün bizde kaygı uyandırmasından kaynaklanmaktadır.
Virüs sebepli potansiyel OKB vakalarının artışını ele aldık. Peki bu süreçte tanı konulmuş OKB ve panik atak hastalarının durumu nasıl ilerlemektedir? Panik atak belirtilerinin, korona hastalığının belirtileriyle benzerlik göstermesi de insanları daha zorlu bir duruma sokmuş, bu nedenle uzmanlar tarafından çeşitli açıklamalar ve bilgilendirmeler yapılmak zorunda kalınmıştır. Göğüs ağrısı, bulantı, nefes darlığı gibi semptomların ortak olması nedeniyle panik atak hastaları daha da stres altında kalmış ve kaygıları da buna bağlı daha da büyümüştür. Bu rahatsızlıkların bulunduğu kişilerin krizlerinde artışlar gözlemlenmiş, uzmanlar tarafından yapılan açıklamalarla ve doktorların da desteğiyle bu zorlu sürecin atlatılması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Gördüğümüz gibi Covid-19’un toplum ve bireyler üzerinde hem toplumsal hem de psikolojik bunlar dolayısıyla da fizyolojik birçok etkisi mevcuttur. Kaygı nedeniyle çeşitli psikolojik rahatsızlıklarda artış ortaya çıkmış ve var olanlarda da ataklar meydana gelmiştir. Toplum ise sürekli baskı ve stres altında olup, insanların birbiriyle ilişkisinde de kopukluklar ve mesafeler gözlemlenmiştir. Evet, herkes birbirine virüslü gibi yaklaşmalıdır; fakat bu durumlarda insanlarda depresif düşünce ve davranışların artmasıyla birlikte kişiler sosyal medya üzerinden dahi mesafe koymaktadır. Bu süreçte özellikle etkilenen yaş grupları çocuklar ve yaşlılar olmuştur.
Okuma yazma bilmeyen, sürekli kapıdan birisinin girmesini bekleyen anneanne veya babaannelerimizin bizi kapısına dahi yaklaştırmadığı bu zamanlarda, onların da evde yalnız başlarına fiziksel ve mental olarak nasıl yorgunluk içinde oldukları hepimizce bilinmektedir. Çocukların ise, tükenmeyen enerjilerini parklarda, sokaklarda, hatta okullarda attığı zamanlara nazaran; bu dönemde eve tıkılmanın verdiği o boğucu duygularla baş etmeleri çok zordur.
Ancak şunu unutmamak gerekir ki; bu bireysel bir sorun değil, ülke çapında hatta dünya çapında bir problemdir. Yalnızca bize uygulanan bir sınırlandırma olmadığının farkında olmalıyız. Bu süreçte en önemli olan şey davranışlarımızın kontrolünde olmak ve stresimizi, kaygımızı farklı şekilde değerlendirmektir. Çocukların da bu süreçten geçtiğinin farkında olmalı ve buna göre davranışlar sergilemeliyiz. Bir çocuk ebeveyninin söylediğini değil, yaptığını yapar. Sürekli endişeli bir ebeveyn gören çocuk, “Dışarıya neden çıkmıyorsun?” sorusu sorulduğunda dışarıdaki sözde “öcü” virüsten korktuğunu ifade edip, süreç sonrasında da dışarıya çıkmaktan korkacaktır. Çocuğa bilgiler abartılmadan, onun da bir birey olduğunun farkında olarak aktarılmalıdır. Çünkü bu süreç yetişkin kişiler gibi, onların da ruh ve beden sağlığını etkileyecektir.
Bizim kültürümüze göre insanların selamlaşmasında, konuşmasında dahi ayrı bir samimiyet mevcuttur. Örneğin; dünya genelinde yapılan çalışmalara göre, karşılıklı sohbet sırasında dahi bizim çoğu ülkeye göre araya çok daha az bir mesafe koyarak, daha samimi muhabbet kurduğumuz gözlemlenmiştir. El öpme, her görüşmede sarılma ve öpüşme gibi adetlerimiz belki de bu süreç sonrasında çok daha azalacaktır. Bu da Covid-19’un toplumsal etkilerinden olacaktır. İnsanlar arasındaki samimiyet ruhsal olmasa da fiziksel olarak azalacak, insanların el yıkama sıklığı artacak ve belki de en ufak bir nezle durumunda dahi maske takma anlayışını sürdürebilecek bir konumda olacağız. Çünkü günlük hayatta umursamadığımız, basit gördüğümüz grip bile, yılda binlerce insanın ölümüne neden oluyor. Korona sonrasında belki de bu bilinci sürdürür ve en ufak bir rahatsızlıkta doktora gitmekten kendimizi alıkoymaz, artık ufak tefek baş ağrılarında, öksürmelerde dahi daha temkinli olup hastanelere başvurabiliriz. Nezle olduğumuzda dahi hastalık bilincine sahip olduğumuz için, geçirdiğimiz o kırgınlık süresince maske takıp, insanlara bulaşmasını önleriz. Çünkü bu süreç sonrasında artık bunun ne kadar önemli olduğunun farkına varabiliriz.
Bu sürecin toplumdaki en büyük etkilerinden biri de muhtemelen işsizlik olacaktır. Korona kaynaklı işten çıkarmalar paralel olarak artış göstermiş ve dolayısıyla ülke genelinde de işsizlik oranında çok büyük artışlar meydana gelmiştir. Çoğu firmalarda kapatmaya gidilmiş, birkaç alandaki firmada da artış meydana gelmiştir. Maske, dezenfektan üreten veya insanların evde vakit geçirmek için kullandığı yapboz, kutu oyunları firmaları örnek verilebilir. İnsanların işten çıkarılması ile özellikle bu dönemde geçimlerini sağlayamamalarına sebep olmuştur. Hatta buna dayanarak devlet de çoğu aileye destek verme yoluna gitmiş, bir süreliğine işten çıkarmaları yasaklamıştır.
Ancak bu süreçte meydana gelen gelirsizlik durumu nedeniyle, kişiler işten çıkarılmasa dahi maaşları ödenememekte ve sigortaları yatırılamamaktadır. Buna bağlı olarak insanlar kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için krediye başvurmuş ve gelirlerinin olmadığı bu dönemde daha da borçlanma yoluna gitmişlerdir. Bu da insanlarda daha da kaygılı ve depresif durumların meydana gelmesine sebep olmuştur. Son dönemlerde de bu ve buna benzer durumlara dayalı olarak intihar oranlarında artış gözlemlenmektedir. Korona bizi yalnızca psikolojik olarak değil; sosyal, fiziksel ve toplumsal olarak etkilemektedir.
Bu dönemde dışarıdan alışveriş yapmaya korkmakta ve her an virüse yakalanacakmış gibi kaygılı davranışlar göstermekteyiz. Bu nedenle ihtiyaçlarımızı da evde gideriyor ve uzmanların sözlerine dayanarak bağışıklık sistemimizi güçlü tutmaya çalışıyoruz. Ekmeğimizi dahi evde yaptığımız bir dönemdeyiz. Bu dönemde beslenmemizi nasıl daha sağlıklı şekilde gerçekleştirmeye ve bağışıklık sistemimizi güçlü tutmaya çalışıyorsak, bu süreç sonrasında da bu anlayışı sürdürmeye devam eden bir toplum olabiliriz.
Şimdiki gibi ekmeğimizi, yoğurdumuzu ve birçok besini kendimiz evde hazırlayabilir; hazır ve kimyasal olan yiyecek ve içeceklerden bu virüsten sonra da kaçınabiliriz. Süreç sonrasında evet, muhtemelen eski normal yaşantımıza dönemeyeceğiz. Ancak bizi zorlayan bu dönemi unutmayıp, bu evde kalma sürecini kendimizi geliştirmek için kullanırsak, süreç sonrasında gelişime daha açık bir toplum olarak ortaya çıkabiliriz. Belki el öpmeyiz, mesafelerimizi artık kalıcı olarak koruruz; ancak en azından sevdiklerimizle birlikte oluruz. Umuyorum ki bu sürecin bize yalnızca kötü etkileri olmaz, olanı da iyiye çevirmeyi başarabiliriz.