Mozart’tan bir parça çalıyor bugün kulağımda. Bir plak ya da bir dvd üzerinden değil son yılların bize ürünü olan Spotify’den. Bu yazım karmaşıklığa olacak. Ürün yerleştirme bulunmamaktadır. Mozart bu tınıları hangi kafayla yazdıysa o kafa üzerine konuşabiliriz bugün.
Geçenlerde Ankara’dan bir tren kalkmış. Şu meşhur ‘Şark Ekspresi’ olanlardan. Kars’a doğru yola çıkmış Anadolu turnesi. Ama zevki öldürdüler diyor, tren kontüktörü. Alkol yok, zevk yok, cinayet falan desen öyle alengirli olaylar hiç gelmez bu yolculuğa. – Ekranımın ışığına sinek konup, duruyor. Çok budalaca. Tam bir odak bozucu. Öldürmem 5 saniye, vicdanıma hesap vermem 50 sene alır. Yaşa sinek! –
Nemrut’a bir yığın öğrenci gelmiş Roma’dan. Üniversite araştırmasıymış güya. Şehre girdiklerinde bir kahveye girip, dinlenmek istemişler. Adıyamanlı halkın ne bilgisi olsun Nemrut’tan, gidip görürler de Nemrut’tur işte dağ, taş. – Cenabı mevlam yaratmış işte, güzel dağlar.- Romalı öğrenciler de başlamış anlatmaya, yanlarında da bir tercüman. Kahve sakinleri bırak İtalyalının söylediklerini tercümanı bile anlamamış. Kumarından kalkan bir dayı, çıkarken kahveden ‘aha çıkın şuradan, orada!’ demekle yetinmiş.
Coğrafya kader miydi arkadaşlar? Karşımda Ayasofya duruyor, taştan, betondan o da. Bir tarafında da Sultanahmet. O hemen arkamda kalıyor. Ben paketimden sigaramı çıkarıp yakıyorum. Önümde bir su havuzu var. Suyun akışına kendimi kaptırıp hafif maziyi düşleyerek, hafif de kulaklığımdan çalan bir Neşet Ertaş türküsü dinliyorum. Bu sefer Spotify’den değil. Mp3 olarak Neşet Ertaş’ın tüm müziklerini indirmiştim. Karşıdan bir çekik gözlü geçiyor, hafif bana bakarak. Öyle öküzün trene baktığı gibi değil de bakmak istiyor ama bakamıyormuş gibi. Hafif utanıyor anlıyorum, yabancı olduğundan sanırım çekiniyor. Kim bilir kaç km yoldan geldi? Ayasofya’yı gezip oradan Sultanahmet’e geçiyorlar. Onlar için tabii Mavi Cami. Her neyse bana ne! Benim evim birkaç durak ötede tramvayla. Ben suyun akışını izlemeye geldim. Bizim Beyazıt meydanında da var da bu havuz. Buranın havasını daha çok seviyorum. Bu su bir başka akıyor. Hem sigarayla da iyi gidiyor, açık hava. Bugünlerde bir paketi 18 lira olmuş. Bu turistler hem sigara paketine hem gezmeye nereden para buluyor acaba? İnsan için ya sigara paketinden vazgeçeceksin ya da böyle çekik gözlüler gibi gezip duracaksın. Birinden vazgeçersen kendinden vazgeçersin ama. Neyleyim sigarasız dünya turunu? İyiyim böyle. Onlar gelsinler. Pek bilmem ne var bu taşın, betonun içinde? Ama çok geldiklerine göre önemli bir yer herhalde.
19 yaşında bir kız, çalıştığı yerde bir çocuğa aşık olmuş. Çocuk nereden baksan bir 25 yaşında var. Askere gidecekmiş işte bu yıl. Kız uğurlama günü otogara gelmek için canını dişini takmış, babasına türlü türlü yalanlar söyleyip evden çıkmış. Esenler Otogarı’nı bilirsiniz. Şimdilerde adı Demokrasi şeysi oldu. İşte gecenin bu vaktinde çıkan kızcağız – yanına arkadaş da bulamamış- çocuğu aramış aramasına da telefona da cevap yok. Allah’tan sormuş, soruşturmuş. Biraz hareketli bir tipmiş kız. Bulmuş peronu içeri girmiş. Çocuğun ailesi orada tabii. 2 abisi bir babası bir anası bir de küçük kız kardeşi varmış yanında çocuğu ağırlarken. Babası kaşları hafif çatık, oğlunu vatan görevine gönderdiğinden hafif gururlu ama pek yansıtmamaya çalışan bir tipmiş. Anasını zaten anlatmaya gerek yok. Tipik Anadolu anaları. Gözler su şelale, ağlamaktan. Küçük kız kardeşi de anasının eteğinde. Uykusu var belli ki. Olaylardan pek haberi yok, farkında değil o yaşta. Bizim hareketli kız da yanaşmış uzaktan uzaktan izlemiş olanı biteni. Çocuğu görmüş görmesine de çocuk görmemiş onu. 12 aylık askerlik görevi böylece de başlamış olmuş. – şimdilerde 6’ya indi herhalde, pek takip edemiyorum. En son Metehan’la düzenli orduya geçmiştik, ondan sonra bir koptu- Kızcağız eve döndüğünde babası karşılamış gece yarısı. Bir azar işitmiş, hem de ne azar. Vurdu falan diyorlar babası için. Tabii bu o gece yatağından bir aceleyle kalkan anasının da uydurması olabilir. Analar böyledir. Kız uyandığında gözü hafif mormuş, işe öyle gitmiş. 3 ay geçmiş aradan. Kız mektup göndermiş birkaç gün evvelden. Cevap beklemiş ama yok. Çocuğun küçük kız kardeşini ayartmış nerede olduğunu öğrenmek için. Mektubu da o yönde yazmış. Tabii küçük kız kardeşler durur mu, gidip anasına yetiştirmiş hemen. Anası pek laf etmemiş oğul özleminden. Bir daha o yelloza bir şey söyleme, görürsen uzaklaş demekle yetinmiş. -Yelloz kısmından tam emin değilim, küfür de etmiş olabilir. Ama hem küfür etse de yazmazdım buraya.- Çocuğun askerlik görevi öyle böyle bittiğinde, eve gelmiş. Kız bir heyecan, bir umut sokaklarına gitmiş. Askerden dönme eğlencesi varmış sokakta. Yeni yeni ışıklar, ledler takılıyor işte. Kız oturmuş bir köşede sandalyeye beklemiş, oğlanın gelmesini. Oğlan güneş batmaya yakın gelmiş, gelmiş de. Kolunda bir kızla, askerde tanıştığı ve sözlendiği yavuklusuyla gelmiş. Oluyor böyle olaylar Anadolu’da. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Kız ağlıyor, babasına beni evlendir diyor. Sevmediği bir adamla bir ömür geçiriyor. Başka bir türlü de belki kendini asıyor. Oluyor işte bunlar Anadolu’da… Sence kader midir coğrafya?
Başkan’ın arabasının kapısı açık kalmış diyor koruma. Başkan’ın eşi bırak halkla daha yakın olur, iyi izlenim olur böyle, diye yanıt veriyor. Geçenlerde Başkan kongrede Nazım şiiri okumuş. Ahlaksız Nazım’ın. Nesini severler bu adamın, anlamam. Moskova özentisi, vatan sömürgecisi Nazım. İnsanların akıllarıyla oynuyorlar. Tutturmuşlar bir Sovyet merakı. Atatürk’le de arası iyi değilmiş. Büyük mikrop diyordu Paşa şair hakkında. Şimdi onun cumhuriyetinde bir başkan kongrede Nazım şiiri okuyor. Hayatından belli zaten. Hanım seçimlerinden belli. Sarhoş, anarşistin teki Nazım. Yalancı şairlerden.
95 yaşımda bir şiir yazdım. Hayatım boyunca idealizmi, materyalizmden önde tuttum. Her şeyim ben duygusu ile büyümüştü. Liberal dünya görüşüne sahiptim. Muhafazakarlığına da muhafazakar. Hafif faşizanlık da var tabii. Ama 95 yaşımda bir şiir yazdım. Hafızam çalışmaz halde. Tüm 95 yılımı düşünerek. Sonunda ne yazıyordu biliyor musunuz? Sonunda sosyalizme bir kadeh! Halkların kardeşliği yazıyordu. Eşitlik yazıyordu. Ama asla muhafazakarlık, ama asla serbest piyasa yazmıyordu. İdealizmden, faşizmden eser yoktu. 95 yıl boşuna mı yaşamıştım, aklım şimdi mi basmıştı? Bilmiyorum, dostlar. Hafızam pek basmaz. Ama şunu söyleyeyim size, değil 95, 195 yaşımda yazsam bu şiiri yine en az bunun kadar güzel olurdu. İşte hayatımın 95 yılını bir amaçla yaşayıp sonunda karşıt bir amaçla yazılmış bir eser bırakıyorum. 95 yıl boyunca hiçbir yapıtım da yoktur. İdealist yaşadım, materyalist öldüm fakat insanlar bu şiirle beni hep materyalist tanıyacak. Liberal yaşadım, sosyalist ölüyorum. 95 yıl, dile kolay…
Ayrıca yazmış olduğum ‘Değer Algoritması’ kitabımı bu linkten satın alabilir, okuyabilirsiniz:
https://play.google.com/store/books/details?id=ga3NDwAAQBAJ
Eleştirilerinizi bekliyorum…