Kardeşi kadar kendini gösteremeyen, eşimin adaşı bir isim Can Yılmaz. Belki de sahne arkasındaki yazan- çizen isim olarak kalmalıydı. Ekranlara çıkmaya başladığından beri takip etmiyorum. Zafer Algöz’ü ara sıra izlediğim için Can Yılmaz’ı da görüyor oluyorum ama ben onun söylediklerinden keyif almıyorum. Ne yapmaya çalıştığını da anlamış değilim. Yorumcu mu? Komedyen mi? Sunucu mu? Yazar mı? Oyuncu değil. Rol becerisi yok.
Hoş, ben komedinin de belaltından olanını hiç sevmem. Nedense eskilerin ince esprilerini ararım hep. Zeki Alasya- Metin Akpınar gibi, Gazanfer Özcan gibi…. Levent Kırca da biraz ağzı bozuk espriler yapardı ama şimdikiler gibi uluorta, açık espriler gibi o çirkin sözleri söylemez, düşündürürdü. Bizde onun o konuşmalarına, taklitlerine gülerdik. İmalı sözlerle, hicivle espri yapabilmek de zeka işidir.
Bir konusu ve duygusu olan her filmi, her kitabı severim. Bana bir şeyler öğreten, sorgulatan, düşündüren eserlere hayranım. O yüzden “anda kalmak” konusunu da çok yerde okudum, dinledim, araştırdım ve öğrendim. Kendi kitaplarımda da yazdım ama dokuz kitap yazıp da meşhur olamayan bir yazar olduğum için yazdıklarımdan haberiniz yoktur doğal olarak.
Anda kalmak nedir? Can Yılmaz’ın dediği gibi “Carpe Diem” filan değil. Ben en sade şekilde anlatayım.
Can Yücel ne diyor? “ Dün yaşandı bitti. Yarın meçhul. O halde ömür dediğin bir gündür. O da bugündür.”
“Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör; dostlar gideli boşalan dünyayı gör; tek soluk yitirme kendini bilmeden; bırak yarını, dünü, yaşadığın anı gör.” diyor Ömer Hayyam.
“Biz iki hırsız arasında kendimizi ifade ederiz. Düne ait üzüntüler ve yarına ait korkular.” George Bernard Shaw. Bu arada bugünü harcarız.
Cemal Süreya’nın dediği gibi “yarından bir şeyler beklemekle geçiyor ömrümüz” ama yarın bilinmeyen bir tarih. Yarınlarda ne olacağını düşünerek, bugünü yaşayamıyor insan.
Zihin hep geçmişte ya da gelecekte yaşarmış. Şu anda bu yazıyı okuduktan sonra ne yapacağınızı düşünürsünüz ama şu anda nerede, hangi durumda, nasıl bir ortamda, nasıl bir yazı okuduğunuzu fark etmezsiniz mesela. Ya dün olanlarda, ya bugün söylenen sözlerdedir aklınız ama o zamanlar geçip gitmiştir. Yarın ise muamma. Yarın bir şeylerin sizi üzeceği, yoracağı ya da uğraştıracağı bir şeyleri düşünmenin de anlamı yok. Şu anda neredesiniz? Ne yapıyorsunuz. Şu zamana gelin. Farkında mısınız? Saat kaç oldu? Şu anda nasıl duruyorsunuz? Ne yaptığınızın ve ne okuduğunuzun farkında olmadan öncesini ya da sonrasını düşünüyorsunuz.
Yemek yerken bile yediğiniz yemeği fark etmeden; ya başkalarını konuşuyor ya da olanları- olacakları yorumluyorsunuz. Yediğinizin ve nerede, kiminle bir arada olduğunuzun farkında olmuyorsunuz. Ortam sıcak mı? Siz nasılsınız? Üzgün, aceleci, sıkılmış, üşümüş, aç… Farkında mısınız? Öncesini ve sonrasını konuşup, düşünmeye o kadar çok dalıyorsunuz, şu an bile geçmiş zamana dönüşüyor. Siz bu zamanı da geçmiş zaman olunca fark edeceksiniz çünkü anda kalamıyorsunuz. Nerede olup, ne yaptığınızı fark edin. Kendinizi hissedin. Ne durumda olduğunuzu ve duygularınızı fark edin. Bilinmeyene yada geçip gidene takılı kalmayın.
Siz Can Yılmaz’ı dinlemeyin. Anda kalın. Zaman geçmeden bir şeylerin farkına varın!