Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), “İş Organizasyonu ve Çalışma Zamanı Düzenlemeleri” adlı araştırmasına göre; Türkiye genelinde, çalışanların yüzde 41.5’i zaman baskısı altında çalışıyor. Ücretlilerin yalnızca yüzde 6.2’si çalışma zamanının başlangıç ve bitişine kendisi karar verebiliyor. Bir çalışma günü içinde saatlik izin alabilmenin en zor olduğu meslek grubu yüzde 31.6 ile tesis ve makine operatörleri ve montajcılar. Bu meslek grubundaki çalışanların yüzde 40.4’ü üç iş günü içerisinde takip eden birkaç gün için izin alabilmenin zor olduğunu söylüyor. Saatlik izin alabilmenin en kolay olduğu meslek grubu ise yüzde 97.8 ile nitelikli tarım, ormancılık ve su ürünlerinde çalışanlar oldu. Çalışanların yüzde 94.1’i kolaylıkla günlük izin alabiliyor.
Bu araştırmanın verilerini okuduğumda hem kendimin hem de çevremin çalışma koşullarını düşündüm. Sadece tesis ve makine operatörleri ve montajcılar değil beyaz yakalılar ve medya sektöründe çalışanların çoğu da hemen hemen her gün 1-2 saat işten geç çıkıyor. Mesailerinin karşılığını alamıyor. Hatta eleman eksikliğinden dolayı hastayken bile işe gitmek zorunda kalıyor. Türkiye’de işsizlik bu kadar fazlayken ve iş bulmak çok zorken kimse gıkını çıkaramıyor. Ancak gerçek şu ki hiçbirimiz insani koşullarda çalışmıyoruz.
Eskiden üniversiteden mezun olmak önemli bir şeydi ve kişiyi nitelikli eleman haline getirip çalışma koşullarını iyileştiriyordu. Ancak artık üniversite mezunu fazla olduğundan bunun bir espirisi kalmadı. Üniversite mezunu olduğumuz için iş seçtiğimiz doğru ancak ismine bakıp girdiğimiz (çoğunlukla adı sanı olan şirketler) işlerde de insani çalışma şartlarında çalıştığımız söylenemez. Birden fazla elemanın yaptığı işi yapıyor, çoğu zaman istediğimiz saatte işten çıkamıyor, hak ettiğimiz maaşı da alamıyoruz. Ancak mecbur kaldığımızdan ses çıkaramıyoruz. Çünkü biliyoruz ki ses çıkardığımızda kovulacağız ve dışarıda herkes işsizken yerimize kolayca başka bir elaman da alınabilir. Öte yandan ses çıkarmadan da bu düzen değişmez. Maalesef ki şartlar gereği bu sessizlik çemberinde dönüp duruyor başladığımız yere geri geliyoruz.
Yani işten şikayet edip mecburiyetten sessizliğe gömüldüğümüz bir mesai saati daha gelip çatıyor. İçimizden geçen ise aynı söylenme: “Böyle gelmiş böyle gider.”