‘’Her yerde insan, doğası gereği özgürlük için yanıp tutuşur ve başkasının boyunduruğuna girmekten nefret eder.’’
Bu söz Caesar’a aittir. Özellikle bu sözün, antik dünya’da nüfuz ve güç sahibi birinin düşman için söylediğini varsayarsak daha da dikkatimi çekmektedir.
Caesar’ı anlamanın, dünyayı anlamak olduğunu düşünenlerdenim. Caesar’ın dünyada iki türlü tasfiri vardır: Tiran ve Devrimci.
Ben ne kadar olaylara bu tanımlamalar üzerinden gitmesem de, devrimci olan tarafa bir adım yatkın olduğumu baştan söylemek isterim. Yine de ben buyum deyip kestirmek yerine eksisi ve artısı ile Caesar’ı yazımda değerlendirmek isterim.
Caesar’ın büyüklüğü hakkında, ondan sonra dünyada var olmuş tüm insanların dilinden (bilen bilmeyen herkesin) düşmemesi ile kolayca anlaşılabilir. Kendisi yaşadığı dönemi ve ondan sonraki dönemleri sadece başlıca tanındığı sıfat olan general ya da Roma yöneticisi sıfatıyla değil, diğer birçok sıfat ve vasıfla da dünyayı değiştirmiş bir kişiliktir. Bu yanılsama genelde, yanlış ve eksik kaynaklardan bilgi öğrenmekten kaynaklanmaktadır.
En başta, Caesar’ın yaptıklarını yargılamadan önce onun hayatına kısa bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum. Kendisi ne kadar soylu bir aileden gelmiş olsa da dünyaya geldiği günlerde, ailesinin yaşadığı coğrafyaya herhangi bir etkisi yoktu. Kendisi Roma’nın alt sokaklarında, halkın arasında büyüdü. İlerde bahsedeceğim ‘’halkçı’’ psikolojide hareket etmesinin temel sebebi budur. Daha hayatının ilk başlarında, kimseden onu hatırlamasını beklemeden hayat serüvenine atılır. O dönemin tiranı Sulla, karısından boşanmasını emrettiğinde herhangi bir gücü olmamasına rağmen buna karşı çıkıp Roma’yı terketmiştir. Israrcı, inatçı ve vazgeçmeyen yapısı daha o günlerde onun benliği ile birleşmişti. Ne kadar üst düzey bir eğitim almış, etkili konuşma sanatlarında da ustalaşsa dahi, Roma’nın gerçekleri içinde büyüdü. Roma siyasetine atıldığı ilk adımlarda, tuttuğu cephe ve tavırları ile Roma’nın 2-3 aile tarafından sömürülmesine onay veren soylu sınıfının dikkatini hemen üzerine çekti. Ateşli ve halkçı konuşmaları ile halk arasında hızla yer edindi.
Onun yerinde bir adam için böyle durumlar oldukça alaya alınmış hatta şaşkınlıkla karşılanmıştı. Yine de üstün kıvrak zekası sayesinde ona kurulan komploları evirip çevirip her defasında komployu kuranların başına geçirmesini bildi. Hayatının her anında ‘tansiyonu’ çok iyi ayarladı. Sanki hayatının ipleri tam anlamıyla kendi elindeymiş gibi, eninde sonunda istediği yeri elde edebiliyor ya da istediğini elde ettirerbiliyordu. Bu döneme dek Caesar, Roma halkının sevgilisi olmuştu. Roma siyasetinde adımları birer birer tırmandı.
Daha o günlerden devrimci hareketlerine başlamıştı Caesar. Anlamsız bulduğu, ayak bağı olarak gördüğü, haksızlık olarak değerlendiği şeyleri gerek halk içinde, gerekse kendinden ‘büyüklere’ karşı, hiçbir zaman saygı çerçevesini aşmadan, karşı çıkabiliyor ve değiştirebiliyordu. Roma aristokrasisinin ilk olarak o zaman gerçek anlamda dikkatini çekmeyi başardı. Artık onunla baş etmenin gerçekten güç olduğunu anlamaya başlamışlardı. Bunun somut ilk örneklerinden biri annesi için anma töreni düzenlemiş olmasıdır. O zamanlar kadınlar için böyle şeyler düzenlenmez hatta anlamsız görünürdü. Ancak Caesar böyle düşünmüyordu. Tabiki günümüz sosyalist kafasıyla değil ancak anlamsız bulduğundan bunu halk içinde yapma cesaretini gösterdi.
Stratejik hamlelerle, kendi gibi düşündüğüne inandığı ( benim görüşümle Crassus hariç) kişilerle Triumvirlik kurdu. Bunu herkesten sakladı. Çünkü herkes onun kadar açık sözlü, yeniliklere açık değildi. Davası hayatının sonuna dek, hiç bilmediği topraklarda olsa dahi onunla beraber gelecekti. Adımlarını hep dikkatli atardı. Batıl inançlara sıkı sıkıya bağlı bir yapıda değildi ancak etrafındakilerinin sözlerinin dikkate alırdı. Daha sonradan görüleceği üzere, bir tek kendisinin bu devrimci ruha gerçekten sahip olduğunu anladık.
Aristokrasinin bir suç işlediğinde dahi kolayca sıyrıldığı bir düzene tek başına kafa kaldırmaya çalışıyordu. Bir yerden sonra onlarla yarışamayacağını anladı ve ona artık gerçekten elde edebileceği bri güç lazımdı. Kendisini Roma’nın komşusu olan Galya üzerinde sefere çıkmayı hazırladı. 8 yıl sürecek zorlu fetih sonucunda Caesar elde etmek istediklerini elde edebilecekti.
Hitabet yeteneğini, devrimci ruhunu Roma’da ki siyasetinden kavrayabildiğimiz Caesar’ın şimdiki sınavı askerlik ve savaş üzerineydi. Öğrendiğimiz kaynaklar, onunda özünde bir Romalı general olduğunu açıkça ortaya seriyor. bugün bile hala anlamakta zorlandığımız, askerlerinin ve ordusunun ‘süper hızı’ vardı. Kendisinin tabiri ile bir avuç Romalı ile kendilerinden kat ve kat fazla olan Galyalıları boyun eğdirmişlerdi. Çoğu zaman düşmanın imkansız olarak gördüğü köprüler, savaş aletlerini büyük bir hızda stratejik bir anlamda inşa ettirmiştir. Gerektiği vakit, atından inip kendisi ön cephelere dahi ilerlemiştir. Ne kadar merhametli ( daha sonra bunu onlarca defa göreceğiz) olsa da özünde o da, döneminin gerektiğini yapmak zorunda olduğunu biliyordu. 8 yıl boyunca Galya eyaletini yerle bir etmiş, 1 milyona yakın kişinin dolaylı yoldan da olmak üzere ölümüne sebep olmuş ve buna da barış demişti.
Askerleri arasında gerçekten bağ olduğunu görebilidiğimiz biri Caesar, oldukça sadık bir orduya sahip olmasının dışında, onlarca sefer ordusu ile hem savaş anında ihtiyaç olduğu için (biraz da cesaret vermek için) hem de savaş dışında kamplarda askerleri ile vakit geçirmekten gocunmayacak bir kişiliğe sahipti.
Bir defasında sürekli çıkan isyanlar, savaşlar, başkaldırmalar dolayı ile terhis olamayan ordu artık görevlerinin sona ermesini ve emekli olmak istiyorlardı. Yıllardır Caesar’ın komutası altındaydılar. Onu Galya’nın hiç bilinmeyen ormanlarında, İskenderiye’de, efsanevi ülke Britanya kıyılarında bile takip etmişlerdi. Caesar onları bu denli sadık olmalarından dolayı asla taviz vermemiş, her daim vazifelerinin karşılığını ödemişti ama artık bunun bir sonu olması gerekiyordu. Bunun haberini alan Caesar ordusunun karşısında bir konuşma yaptı. Onlarla bu yolun sonuna kadar gitmek istediğini, onlara her daim hayatını borçlu olduğunu hatırlatan Caesar, önlerinde geçmeleri gereken pek fazla yol kalmadığını hatırlattı. Ancak bu isteklerine karşı boynunun kıldan ince olduğunu belirterek orduyu terhis ettiğini söyleyerek konuşmasını bitirdi. Kimse bunu beklemiyordu. Daha kürsüden inmeden, askerler pişman oldular ve Caesar’a kendilerini affetmelerini söylediler. Caesar daha kürsüden inmeden onların bağırışlarını duydu ve dönerek bu mükemmel kutsal orduya hala sahip olduğu için çok mutlu olduğunu söyledi. Hitabet yeteneğinin, çok iyi bir politikacı olmasının bu konu üzerindeki etkisi tartışılmazdır ancak en az onun kadar askerleri ile arasının iyi olması da olayların bu şekilde sonuçlanmasında etkisi olmuştur.
Galya’da kendisine rehine ve bağlılık yemini etmek şartıyla kimseyi öldürmeme niyetindedir ancak arkasından bıçaklanmalar, komplolar onu daha önce gösterdiği merhametten eser kaldırtmayacak bir adama dönüştürüyordu. Bu konuda oldukça keskin bir söz vardır:
Caesar sadece bir defa merhamet gösterir.
Herkesi ve herşeyi yaşadığı döneme, dünyaya göre değerlendirmek gerekmektedir. Nispeten huzur içinde yaşayan Roma’nın komşularına karşı yürüttüğü savaşlar, fethettiği kabileyi ve şehri tümünden satarak onları tarihin sayfalarından bir anda silmek gibi birçok acımasız olaya imza atmıştır. Ancak şunu da görmezden gelmemek geremekmektedir. Dönemine göre oldukça halkçı, güçlüden yana olmayan, merhametli biridir. Bu dediklerim günümüzde büyük erdemler değildir belki ama o dönem altın kadar değerlidir.
Galya’ya barış getirdikten sonra, ordusunu terhis etmek istemeyen Caesar, Roma’nın yakınında olmasa bile olayları takip ediyordu. Aristokrasi artık onu, önüne çıkılamayacak bir güç olarak görüyordu. Trivuimlik’indeki Pompeius’u kendine çeken Roma, Caesar’a karşı güçlü bir hizip yaratmayı başarmıştı. Caesar bunun yolun sonu olduğunu biliyordu. Hiçbir zaman pes etmemişti ama artık pes etse bile canından olmasının kesin olduğu bir durumdaydı. Yıllarca istediğini elde edebileceği bir fırsat vardı ama aynı şekilde hiç de istemediği şekilde: Karşısında, dostu Pompeius önderliğinde Roma’nın öz evlatları.
Pompeius ile olan bu istemsiz çekişmesi, onu savaşa sürükledi. Onlarca defa mektuplarla, jestlerle Pompeius’a onun düşmanı olmak istemediğini belirtti. Bu mesajlar, çoğu zaman Pompeius’un çevresinde dolaşan aristokrasi tarafından ya engellendi ya da yanlış aktarıldı. Aristokrasiden uzaktan bir çözüme varacaklarını biliyordu. Zamanında kızını verebilecek kadar dost olmuşlardı. Amaçları bir zamanlar aynıydı. Pompeius’un kıskançlığı da bu konuyu çıkmaza sürükleyen bir etken olmuştur. Kendisinin, Akdeniz’i korsanlardan kurtaran müthiş seferi, Caesar sayesinde sönükleşiyordu.
Zaman geçti ve savaş kapıya çattı. Savaş anında bile ilk oku fırlatmaktan bile çekinen, hala o umudu barındıran bir Caesar vardı. Ancak istemeyerek de olsa Caesar bir zafer elde etti. Daha sonra, İskenderiye’de Pompeius’un cansız başı ona gösterildiğinde bakmaya dahi dayanamamıştır.
Artık düşmana karşı, Roma’nın öz evlatları olarak gördüklerinin kökünü kazımaktan başka bir çaresi kalmamıştı. O an bile her daim, düşman kampından kaçan Romalı askerlere kucak açmıştı. Bu karşı taraf için kabul edilemez bir durumdu. Çoğu zaman askerler hemen idam ettirilmek üzere tutsak edilirdi. Bu basit durum bile aradaki farkı net bir şekilde gösteriyor.
Pompeius’un ölümünden sonra bile hiziplerin hayatta kalma ve Cumhuriyet’i yaşatmak adına savaşmaktan başka şansı yoktu. Bir seferinde, Afrika’da asi bir birliğe esir düşen bir avuç Caesar askeri, düşmanlarının acımasızlığını bilmelerine rağmen Afrika’da ki birliğin başında komutana ve davasına saygı duyduklarını ancak Caesar’a karşı savaşmalarının imkansız olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine mosmor olan general, hepsinin idamına karar vermiş ve onları acı içinde öldürmüştür.
Roma’da, artık gerçek anlamda hizipleşmenin kalktığı zamanlarda, Pompeius’u destekleyenler Caesar’ın gelip onları bulmasını ve idam ettirmesini bekliyordu. Roma’ya girer girmez ayaklarına kapanan bu senato üyelerine şaşkınlıkla bakarak, onları yerden kaldırmış ve affedilecek birşey olmadığını söylemiştir. Onları devletteki eski yerlerine yerleştirmişti. Hiç olmadığı kadar dostane bir tavırla yaklaşmıştır. Günümüzde bile düşmanı affetmenin tartışılabilir bir durum olduğunu varsayarsak, o dönem bu olay inanılmaz bir olaydı. Kimisi bu durumun onu başını vücudunun üstünde tutmasına rağmen, Caesar’ın yani bir tiranın gölgesinde yaşamanın idamdan daha kötü olduğunu hissettiler. Bu his Caesar’ı öldürecek hise dönüşecekti sonunda.
Büyük ölçüde İç Savaş’ın galibi olmasına rağmen, Roma’da diğer tiranlar gibi sefa sürmek yerine bir sürü reform gerçekleşti. Bugünkü kullandığımız takvimi, yılı 365 gün 6 saat olarak gösteren, dahil olmak üzere birçok devrim yaptı. Halkın iki taraf arasında karıncalar gibi ezilmesine karşın ihmal edilen halkın yaralarını sarmaya çalıştı. Kendinden sonra yıllar boyunca kullanılacak askeri devrimler yaptı. Nufüs sayımı ile ilgilendi. Bedava tahıl ve buğday dağıtımını resmileştirdi. Roma dışında ki insanların Roma vatandaşı olarak haklardan yararlanması gereken yasalar çıkardı.
Aristokratların aksine Cumhuriyet çoktan ölmüştü. 2-3 aile dışında kimse bundan faydalanmamıştı, gün geçtikçe güç kaybetmişti Roma halkı bu yüzden.Caesar bu düzeni değiştirmişti. Hırslı ve güç sahibi olmayı arzulayan Caesar’ın ölümünden kısa süre önce doğuya bir sefer düzenlemek istediğini biliyoruz. Ancak bu seferin, Büyük İskender gibi Indus Nehri’ne kadar gideceğini ve fethedebildiği heryeri fetih etmek amacıyla mı istediğini yoksa Doğu sınırlarında çıkan sıkıntıları korumak amacıyla mı gitmek istediğini bilmiyoruz.
Roma halkı onu seviyordu. Gereksiz baskılardan, Roma’nın boşta kalan süre boyunca çeteleşmesinden ve bundan sebep akan gereksiz kan durmuştu. Caesar, bu sayede güç sahibi oluyor ve daha farklı reformlarla ‘’Cumhuriyet’i’’ öldürüyordu. İlk defa belki de merhameti ona bir fayda sağlamadı ve Roma’ya ayak bastığında asılmayı bekleyen ancak affedilen sentörler başta olmak üzere, aristokratlar tarafından istemeyerek de olsa onu bir tanrı seviyesine çıkaracak şekilde Forum’da bıçaklanarak öldürüldü.
Vasiyetinde yönetimi bıraktığı yeğeninin oğlu Octavius, Caesar’ı bir tanrıymışçasına Roma kültürüne yerleştirdi. Onun yolundan giden birçok reform yaptı. Artık Cumhuriyet resmen ölmüştü, hem de geri dönülemez bir biçimde. Aristokrat sınıfı istemeyerek de olsa değişimlerin şart olduğunu kabul edip Octavius’ a bu denli rakip olamadılar. Bazı konularda Octavius, Caesar’ı bile geçmişti.
Burdan anlayacağımız şudur ki Caesar, yapılması gerekeni yapmıştır ancak bunun gözdesi olarak bu uğurda can veren bir yanlış anlaşılma olmuştur. Onun gibisinin bir daha gelmediğini, onun yokluğu sonrasında anlatan onlarca kişi olmuştur.
Caesar döneminin zeki, akıllı, ve devrimci bir önderiydi. Yaşadığı yüzlerce probleme rağmen hayatı boyunca pes etmeyen, inatçı biriydi. Roma’nın aristokrasisine daha gençken bir tiranın onu karısından ayırmak istediğinde göstermişti. Döneminin şartları gerektiğinde herşeyi yapmış. Galya’nın özgürlüğü için savaşan Vercingetorix’i, Roma’da şaşalı bir törende halkın önünde idam ettirmiş, hiç bilmediği ülke olan Britanya kıyılarında yaşayan halkaları bile vergiye bağlamak istemiştir. Galya’da ordusunun ihtiyacı olduğu birkaç vakit (kitabında söylediği kadarıyla) şehirlere sadece yağma amacıyla saldırmış. Şehir kül bulutundan başka birşey kalmayana dek şehirden faydalanmıştır. Onlarca kabileyi, savaş sonrası anlaşmalarına uymadığı için çocuk, bebek farketmeden köle olarak satmıştır. Bu olay dönemine göre oldukça doğaldı çünkü insanlar vahşi bir çağda yaşıyordu. Çağın adı çok belliydi: Öldür ya da öldür.
Bu yaptıklarına rağmen ona ayak uyduran, boyun eğen, arkadaşlıkla yaklaşan kimseye kötü bir düşünce beslememiştir. Bu durum o dönemlerde oldukça yaygındı. Bir generalin, sırf güç gösterisi için sebepsizce onlarca defa acımasızca kabilelrin üzerinden geçmesi gibi. Caesar bu duruma mecbur kalmadıkça başvurmadı, hep son seçenek olarak sakladı. Düşmanlarını affetti. Askerlerine hiçbir yerde kazanamayacakları kadar paralar kazandırdı. Kimseye ihanet etmedi. Eğer biri yoluna çıkıyorsa, onu her daim halkın önünde aşağılama, propoganda gibi durumlarla egale etme yoluna gitti, düşmanları her fırsatta onu tam tersi şekilde karşılarken.
Düşmanları bile onun asilliğine hayrandı. Onurlu hizipleri onu çoğu kez alkışlamışlardır hatta.
Bu sebepten dolayı, Caesar’ı iyi anlamak geremektedir. Çoğumuz hala onun temellerini attığı takvimi kullanıyoruz, askeri zekası ve stratejileri ondan çok sonra bile dünyaya ilham verdi. Yüzyıllar sonra bile krallara Sezar lakabı verildi ve hepsi de bunu onurla taşıdı. Latince’nin günümüzde bilinen halini düzenleyen birçok kural üzerinde çalıştı. Gençlik döneminde hitabet yeteneği nedeniyle çok iyi bir avukattı aynı zamanda. Politika hakkında ondan öğreneceğimiz oldukça fazla şey var.
Caesar bir dahiydi. Herşeyden önce antik dönemin ihtiyacı olan bir devrimciydi. Onu selamlamak ve onun büyüklüğünü kabul etmek gerekmektedir.
Taraf tutmaktan çok dünyaya gelmiş bu denli tanrılaşmış, bu bir çok yönlü lideri dikkatli incelemek ve onun yaptıklarınan ders çıkarmamız gerektiğine inananlardanım.
Onun hareketlerini tek çırpıda ‘’tiran’’ olarak değerlendirip bir kenara atmak bize çok şey kaybettirirken, onun ideallerini, devrimci ruhunu ve başarılarını fanatiklikten uzak değerlendirmek bize çok şey kazandıracaktır.
Caesar bir dahiydi. Herşeyden önce antik dönemin ihtiyacı olan bir devrimciydi. Onu selamlamak ve onun büyüklüğünü kabul etmek gerekmektedir.
Yazımı, Caeser’ın da bir dönem dostu olan Cicero’nun şu sözüyle bitirmek isterim.
Birinin ruhunu fethetmek, öfkeyi terk etmek ve zaferde mütevazı olmak… Bunları kim yapabilirse onu insanların en büyüğü ile değil, bir tanrıyla kıyaslarım.
-Cıcero