Amerikalı şair Edna St. Vincent Millay’ nin şiirlerinden birinde şöyle der;
“Çocukluk doğumdan belli bir vakte kadar sürmez ve yoktur bir yaşı,
Çocuk büyür ve çocukça şeyleri bir kenara bırakır.
Çocukluk, hiç kimsenin ölmediği bir krallıktır.”
Sanırım ben bugün bu krallığı terk ettim. Yada uzun zamandır kapıyı bulmaya çalıştığım, bu kapısı olmayan krallıktan çoktan çekip gittiğimi fark ettim.
Aile bir sistemdir diyoruz. Ve bu sistemde aynı çarklar birbirini çevirmeyi, aynı desenler birbirini takip etmeye devam ediyor. Ta ki bir gün çarkın birisi artık o sistemde olduğu yerde dönmekten sıkılıp ilerlemeye karar verene kadar.
İçinde bulunduğum bu 4 çarklı makinede, en büyük çarkın hep sağa dönmesine alışmıştım. Biz diğer küçük çarklar da sola dönerek dengeliyorduk sistemi. Ama bugün bakıyorum da sanki herkes sola dönmüyor artık. Hani sosyal medyada algımızı ölçen testler olur ya ? Resme bir süre bakıp cismin hangi yöne döndüğünü anlamaya çalışırsınız. Önce sağ yada sol gibi gelir. Bir süre baktıktan sonra ise baktığınız yönün tersini de görmeye başlarsınız. Artık cismin hangi yöne döndüğünün tek bir cevabı olmaz çünkü siz testi manipüle ediyorsunuz ve cismi hangi tarafa döndürmek istiyorsanız o tarafa döndüğünü görüyorsunuzdur. İşte bende bu aralar bizim çarkların nereye dönüğünü hiç bilmiyorum. Yetişkinlik gerçekten ezber bozuyor. Bu krallığı artık ben mi manipüle edip algımı değiştiriyorum yoksa onlar zaten böyleydi, ben mi yeni manipüle etmeyi öğreniyorum bilmiyorum.
İnsan çocukken dünyayı siyah beyaz görüyor. İyi insanlar ve iyilik, kötü insanlar ve kötülük. Ne kadar kolaydı o günler. Suçlanacak kişiler hep çok barizdi. Yapılacak davranışlar belli; tutulacak taraflar, duruşlar hep aynıydı. Şimdi ise her yer gri oldu. Ve bir çocuk ebeveynlerinden sadece birinin değil artık ikisinin de hatalı olduğunu gördüğünde, siyah ve beyaz yerini griye bıraktığında, artık ebeveyni kalmadığını anladığında yetişkin oluyor. İşte o zaman kimsesizleşiyor. Çünkü sistem o zaman bozuluyor. Her çark bir başkası için döndüğünü söylüyor ama bir tek kendi için dönüyor. Çocuk bu sistemi anladığında, artık her şey için çok geç oluyor çünkü artık o sistemde kalsa bile sistemi bozan parça o oluyor. Makine homurdanıyor, takırdıyor ve duruyor. Bir karar verilmesi gerekiyor. Ya eldeki parçalarla yeni bir sistem kurulacak yada o bozuk parça ikide bir atacak ve herkesi yavaşlatacak. Yeni bir sistem kurmaktan korkan, zamana ayak uyduramayan her makine, en sonunda kendi içine çöküyor ve her bir parçasını işe yaramaz hale getiriyor.
Olgunlaşmamış ebeveynler ve yetişkin çocuklar yetiştiren bu fabrikalarda geçiyor ömrümüz. Kendimizi o kimsenin ölmediği krallıkta hayal ediyoruz. Yaşadığımız distopya içinde ütopyalar kuruyoruz kendimize. Çünkü o ideal ebeveynler ve ideal çocuklar sadece kimsenin ölmediği o krallıkta yaşarlar. Çocukların kendi krallıklarından çıkarılıp bu acımasız makinelerde harcandığı günlerde, yetişkinlerin dünyasında, ebeveynlere ihtiyaç yoktur. Bu yüzden de her yetişkin bir kimsesizdir.