İnsan hayatının belli dönemlerinde cenin pozisyonunda annesinin karnında yaşamak isteyebilir elbette. Öncelerinde acılarımız elimizde taşıdığımız bir poşetken şimdilerde sırtımızda bir kambur oldu. Bunun birçok sebebi var tabii ki ama sanırım en baskın olanı yalnızlık.
Hani böyle ben şimdi kime ne anlatayım dediğiniz bir zaman diliminde kendinize bile susmayı öğreniyorsanız, geçmiş olsun. Sizin yıkılmaz sandığınız kalelerinize deniz yükselmiş. Şimdi yavaşça elinizde ki kazma küreği bırakıp ağlayarak annenizin kucağına gidebilirsiniz. Benim yalnızlığım, ben şimdi ne yapacağım dediğim yerde, onu başkasının yanında düşününce başladı. İnsan geç de olsa, yapabileceği hiç bir şey olmadığını anlıyor ve diyor ki, eyvah!
Ne zaman duygusal acınız, fiziksel acınızı yerle bir edecek kadar kuvvetli olduysa o zaman dünyanın bütün ağrı kesicileri sizin için içi boş bir kapsül haline geliyor. Ama yine de insan, o acının üstüne gitmekten vazgeçmiyor. Çünkü mantık hislere yenilir.
Hani hiçbir ilacın, hiç bir iğnenin işe yaramadığı, sadece onun yüzünü görseniz veya sesini duysanız geçecek acılar vardır ya, işte o acılarla günlerce tek başınıza kaldığınızda anlıyorsunuz asıl yalnızlık ne demek. (Umarım hiç anlamazsınız)
Söylenmeyen cümleler, gösterilmeyen sevgiler, yumruğunu sıka sıka direnmek zorunda kaldığın ağrılar, üstelik hepsine de idmanlıydım çocukluğumdan. Ama her insanın ilk yenilgisini alacağı bir insan oluyormuş. Benim ki on sekiz yaşımda.
Dile dökülemeyen hiçbir his içimizde kalmıyormuş meğer, vücut onu dışa vurmaktan hiç çekinmiyormuş. Koca bir yalnızlığın üstüne koca bir hastalık. Eh be kızım, sen kendine bunu nasıl.
Sancılar ve sanrılar arasında geçen bir senede birini sevmenin dünya üzerinde ki bütün ilaçlardan daha etkili bir ağrı kesici olduğunu öğrendim. Teşekkür ederim küçücük bir kadınken, kocaman bir kız çocuğu olduğumu öğrettin. Büyüdüm, ve bu beni yaraladı.