Bir gün daha bitti bitiyor. İnsanlar, bugünün koşuşturmasında, zorlukları içinde, bir günü daha tamamlama sürecinde kim bilir neredeler…
Hayat, tamamlanmasına tamamlanıyor da, bitmek üzere değil, yeni güne daha enerjik başlamak adına…
Kim bilir nerelerde, ne tip yaşam hikâyeleri yazılmakta, hangi köşede kim, kimin kalbini çalmakta; ya da kırmakta…
Kim bilebilir ki, yaşam denen ucu bucu bilenmeyen bir dehlizde, insanların ne yaptığını…
Kimileri, yatacak bir yer bulma telaşı içinde…
Kimileri, yaşamın devamı için çalışma zorunluluğunun bilincinde ve mecburiyetinde, saatlere sarkan mesainin verdiği yorgunlukla başını yaslamış otobüsün camına…
Milliyetçilik nutuklarının atıldığı, “vatan, millet, Sakarya” jargonundan bir esle masa etrafına toplananların pür dikkat odaklandığı, ülkenin orta ve uzun vadeli stratejik menfaatlerinin kotarıldığı ânlar…
Küçük bir çocuk, ellerini ovuşturarak, titreyen bedenini ısıtma bağlamında, anlamsız; ama enerji açısından hareket olabilecek birtakım zıplama hoplama davranışları içinde bir o yana bir bu yana koşturmakta…
Telaş içinde koşuşan dertli ve stres yüklü insan siluetleri…
Günün geri kalanından arta kalanların peşine düşen sefiller!!!
Kimsesizlikleri ve yoksunlukları, sessizce bakış ve beden dili ile suratlarına vurulan unutulmuş, çaresizlikler girdabındaki “tinerci”, “tırnakçı”, “cepçi”, “yankesici”, ve daha niceleri…
Martıların kulak tırmalayan bağırışları ile göğe dalan âşıkların fotoğraflık manzaraları…
Şehir sana emanettir, sen şehre… Yarına kadar usulca ve vakûr bir biçimde çekilmişindir kabuğuna…
Bunlar, bizim hikâyelerimizdir…