Bir şey yaşarsanız – kaydedin ve yükleyin. Bir şey yüklerseniz – paylaşın. İşte günümüz dünyasının yaşam pratiği. Yükle ve paylaş. Bu iki sözcük yaşamımızın anahtarı oldu uzun bir süredir. Geçmişte bize söylenen “Kendinize karşı dürüst olun, kendinize güvenin, kalbinizin sesini dinleyin, iyi hissettiren şeyi yapın öğüdü ya da yaşam mottosu geçerliliğini yitirdi galiba. Bizi bizden daha iyi tanıyan sistemler var artık. Bunu dert etmemize hiç gerek yok. Nasıl olsa bizi tanıyan bir algoritma var. O bize ne yapmamız gerektiğini söyler.
Eğitimin ana görevi düşünmeyi öğretmektir. Ama şimdiki zamanda düşünmeye gerek yok galiba. Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım.” sözü şimdilerde düşünmeme gerek yok benim adıma Google düşünüyor olacak sanırım.( O halde ben yokum.) Bizim için düşünen teknolojiler var nasıl olsa. Bu tıp alanında gerçekleşmiş görünüyor. Hayatımızdaki en önemli tıbbi kararlar, hastalıklar doktorumuzun bilgilendirilmiş tahminlerine göre değil, bizi kendimizden daha iyi tanıyan bilgisayarların hesaplamalarına dayanmaya başladı artık.(Koronavirüs salgınında sınıfta kaldı ama neyse.) Bu sürecin son bir örneği, aktris Angelina Jolie’nin durumu. 2013 yılında Jolie genetik teste girdi bu onun BRCA1 geninin tehlikeli bir mutasyonunu taşıdığını kanıtladı. İstatistik veri tabanlarına göre, bu mutasyonu taşıyan kadınların meme kanserine yakalanma olasılığı yüzde 87’di. O sırada Jolie kanser olmamasına rağmen, ameliyat olmaya karar verdi. Bilgisayar algoritmalarını dinlemeye karar verdi. Algoritmalar, “Hiçbir şeyin yanlış olduğunu hissetmeyebilirsiniz” dedi ona, “ancak DNA’nızda saatli bir bomba var. Tik tak. Hemen bununla ilgili bir şey yap. “
Bugün iki bilimsel gelgit dalgasının kesiştiği yerdeyiz. Bir yandan, biyologlar insan vücudunun, özellikle de beynin ve insan duygularının gizemlerini çözüyorlar. Diğer taraftan, bilgisayar bilimcileri de eşi görülmemiş bir veri işleme gücünü elimize veriyor. Böylece duygularımızı bizden çok daha iyi izleyip anlayabilen dış sistemler ortaya çıkmış oluyor. Bu konuda yapılan çalışmalara her gün bir yenisi ekleniyor. Büyük veri sistemleri şimdiden iyi hissetmemizi sağlayan algoritmalarla bizi yönetmeye çoktan başladı. Çok korkunç göründü değil mi? Bizim adımıza düşünen karar veren algoritmalar… Özgürlük nereye gitti? Düşünürler yüzyıllardır özgür iradenin en önemli şey olduğunu söylemediler mi bize? Kandırıldık mı acaba?
“Otorite, artık insanlardan bilgisayar algoritmalarına geçecek.” diyor Harari. Eskiden bir kitapçıya gidip, koridorlar arasında dolaşıp, sonra istediğimiz kitabı satın alırdık. Dokunmadan alıyoruz şimdilerde birçoğumuz. Evet, güzel görünüyor. Hızla akan zamandan zaman çalıyoruz ne güzel. Şimdilerde sanal mağazaya girdiğimizde bir mesaj çıkıyor ve bize şunu söylüyor: “Geçmişte hangi kitapları beğendiğinizi biliyorum. Benzer zevklere sahip insanlar da şu veya bu yeni kitabı sevme eğilimindedirler.” Hemen bu algoritma bize yeni kitapların resimlerini, satıldıkları sitelerin adreslerini sunmaya başlıyor. Farkında olduğumuz (kimimizin de farkında olmadığı )bu algoritmalar bizi her anlamda takip ediyorlar artık. Bizi bizden daha iyi tanıyorlar. Sürekli bir izlenme halindeyiz kısacası. Acaba biz gerçekten onların gözündeki kişi miyiz? Yoksa yeni biz mi yaratılıyoruz farkında olmadan? Bir zaman sonra “Dinle Google, bildiğin her şeyi göz önünde bulundurarak, bana ne yapmamı tavsiye edersin? “diye sormaya başlayacağız diyor Yuval Noah Harari. “Seni doğduğun günden beri tanıyorum. Tüm e-postalarınızı okudum, tüm telefon görüşmelerinizi kaydettim ve en sevdiğiniz filmleri, DNA’nızı ve kalbinizin tüm biyometrik geçmişini biliyorum. Gittiğiniz her tarihle ilgili kesin verilere sahibim. Tüm bu bilgilere, mükemmel algoritmalarıma ve milyonlarca ilişkiyle ilgili onlarca yıllık istatistiğe dayanarak uzun vadede… Ondan yüzde 87 daha memnun olma olasılığıyla şu kişiyle yemeğe gitmenizi tavsiye ederim.” Buyurun Google’ın cevabı size.
Hayatımızda atacağımız her adımı takip eden bir yapay zekâ tarafından yönetilmek özgürlüğümüzü elimizden almayacak mı? Hiç bir şey hakkında düşünmemize gerek kalmayacak o halde. Tıpkı bir zamanlar televizyonun yarattığı robotlaşmış insanlar için yazılan distopyalar gibi. Kendi aklını algoritmalara teslim eden insanlar… Peki, geriye ne kalacak? Bu Harari’nin öngörüsü. Fakat böyle bir gelecek istesek de istemesek de bizi bekliyor sanırım. Bunu yavaş yavaş deneyimlemeye başlamadık mı sizce? Korkunç görünüyor bu durum bana. Bilinmezler tarafından gözetlenmek.
Bütün bu teknolojik gelişmelerin bizi, kimsenin gerçekten anlamadığı dev bir sistemin içinde minik çiplere dönüştürdüğünü söylüyor Harari. Onun söylemesine de gerek yok aslında; bunu artık deneyimliyoruz hep birlikte. Her gün sosyal medya araçlarıyla internet siteleri içinde bir döngü içindeyiz. Milyonlarca insan bu ağların içinde hareket halinde artık.(Daha önce olduğundan daha fazla.) Hiç kimsenin planlamadığı, kontrol edemediği ve anlamadığı yeni buluşlar çağında kocaman bir kaos halindeki bu yeni dünyanın içinde sürekli dolaşıp duruyoruz. Bununla ilgili teknolojik çalışmalar yapılıyordu bunu biliyorduk zaten; ama pandemi ile birlikte zorunlu denekler olduk hepimiz. Hazırlıksız çevrim içine daldık birden. Bizim adımıza karar veren bizi yönlendiren(yöneten desem daha doğru olacak sanırım)algoritmalarla yeni bir dünyadayız artık. Öngöremediğimiz tehlikelerin ve değişimlerin içinde büyük bir çoğunluğumuz. Büyük çoğunluğumuz diyorum çünkü bu dünyanın kıyısına bile ulaşamayan bir kesim var.
UNICEF ve Save the Children tarafından yapılan analize göre, çok boyutlu yoksulluk içinde yaşayan çocuk sayısı Koronavirüs salgını nedeniyle yaklaşık 1,2 milyara yükselmiş gözükmekte. Bir de bu verilere dâhil olamayan çocukları düşündüğümüzde en az 2 milyar çocuk eğitim hakkından dünya genelinde mahrum kalacak gibi. Pandeminin yarattığı ekonomik eşitsizliğin (zaten var olan) yarattığı bu yoksunluğun; yeni bir kayıp kuşağın ortaya çıkmasına neden olacağı da ortada. Hem salgının kendisi hem de ortaya çıkan ekonomik kriz gibi küresel sorunlarla karşı karşıya artık dünya. Bunun üstesinden nasıl geleceğiz? Bu sorunun cevabını bilemiyorum. Ama cevabını bildiğim bir şey var. Bu kadar eşitsizliğin olduğu bu dünyada Google’un tanımadığı insanlar hep olacak. Yapay zekânın tanıdığı ve tanımadığı insanlar… (gerçi onları tanımak istiyor mu pek emin değilim.)
Yapay zekânın bir gün kariyerler ve hatta belki ilişkiler hakkında bizden daha iyi kararlar verebileceğini görmek o kadar da zor değil. Bazı alanlarda hayatımıza dâhil olmasına diyeceğim bir şeyde yok zaten. Siz de demezsiniz sanırım. Harari kitabında, hayatımızda değişecek şeyler konusunda bizi bilgilendiriyor. Hayatımızı kolaylaştıracak teknolojiye neden hayır diyelim ki? Benim hayır dediğim, benim irademe el koyması. İnsanlık yararına yapılan şeylerde(bunun altını özellikle çiziyorum) kolektif olarak herkesin yararlanması çok güzel olabilir. Fakat dünyada bu gelişmelerden herkes yararlanabilecek mi? (Angelina Jolie’nin yararlandığı gibi) Google beni neden sevmiyorsun? A evet biliyorum param yok. Aklıma Nasrettin Hoca geldi ya neyse. Anlayan anladı zaten.
Kapitalizm çarkının içinde alım gücü olanlar zannederim Google ’un kapsama alanı içinde olacak hep. ‘Öğretmenim zomzoma girdim, ebaya da girdim, girilmedi. Öğretmenim bugün canlı ders var mı? ‘sorularıyla biz uğraşmaya devam edelim dünya yapay zekanın kontrolünde yeni insanı yarata dursun. Peki, biz bunun neresinde yer alacağız? Daha da önemlisi tüm bu gelişmeler insanlığın iyiliği için mi yapılıyor? Asıl tartışılması gereken bu olsa gerek. Neyse biz zomzoma girmeye devam edelim.
https://www.ft.com/content/50bb4830-6a4c-11e6-ae5b-a7cc5dd5a28c
https://www.unicef.org/media/media_60687.html
Yuval Noah Harari,21.Yüzyıl için 21 Ders, Kolektif Kitap