Bu Bir Mektup, Kırmızı Başlıklı Kıza

Kaynak belirtilmedi

Sonlanmamaya sürülen bir serüvende yer alan çıkış kapısıyız biz seninle, ne dersin kırmızı başlıklı kız?

Öyle miyiz sence de? Çıkamıyorsun değil mi kapıdan sen de?

Ne yaparsak yapalım eninde sonunda tekrar karşılaşıyoruz, uzaktan uzağa birimiz, ötekini seyre dalmış halde değiyor gözleri, diğerimizin gözlerine, ele veriliyor özlem, hatırlanıyor yaşanmasına fırsat verilmemiş olan hikâyemiz. Çıkamıyoruz kapıdan, atılmıyor adımlar.

Kırgınım, her şeyden önce bu hikâyenin böyle berbat, hissiz halde bitime itilmesine, kırmızı başlığının senden sonsuza dek uzaklara gitmesine, değmeyişine ellerinin ellerime, sevemeyişimize birbirimizi, hep ettiğimiz bu garip merakın toyluğuna yenik düşerek gizliden gizliye hayranlık beslemelere, küsmelere, küsmesek de tek bir söz dahi etmemelere, kırgınım bizi ayıran o bin bir çeşit etkenin üst üste dizilmesine, üzmesine, üzmeseydi be!

Olsun ama olsun, geçti artık, hissediyorum her bir zerremde geçtiğini, geçtiğini.

Soğudu içim, sevmiyorum da istemiyorum da diyorum artık seni.

Sonra geliyorsun aklıma, bir ihtimal gibi, neden bilinmeyen olasılıklı denklemlerin vücut bulmuş halisin ki?

Sanki en ufak ters esen rüzgârın etkisiyle ellerimiz kavuşacak gibi gelmesin artık bana, istemiyorum.

Ben de bitti, ben de bittim.

Bir tek yol bitmedi o da bugüne mahsus diyelim hadi senin hatırın için.

Bundan sonrası nasıl olacak peki? Söylesene neler bekliyor bizi?

Neler?

Şimdi farklı hikâyelerin başrolü olmak mı sahi kaderimiz?

Doğru anlamışım o halde ikimizi.

Başka bir mutluluğa yazılan iki farklı kıta gibiyiz.

Biri halihazırda mutlu, umutlu olduğu düzeninde, huzuru yerinde.

Öteki, ah öteki!

Öteki var olan bütün temeli yıkıp tekrar inşa etmeye yeltenecek kadar deli, ona rağmen yeni düzene aşkı koymamaya, tekrardan sevmemeye de o biçim yeminli.

Öyleyse bizim şu satırlarda işimizin olmaması da lazım, lakin kader seviyor işte ağlarını böyle yerli yersiz anlarda üzerimize atıp gitmeyi.

Çekip gider misin?

Aklımda daha fazla yankılanmamalı adın, ne diyorlardı, hah! Bizden olmaz kızım!

Emin ol bensiz daha bir iyisin, ilk elden görmekteyim çıktığın basamakları. Hayranlıkla seni izleyen sessiz seyircilerden biri benim. Diyebilirsin o halde bana “Öyle izleme, gel el ele verip tırmanalım basamakları” diye, gelemem ama. Demezsin de gerçi bana, kaldı mı yoksa o kadar hukukumuz?

Yoksa hukuk kaldı da yalnızlığı yanlışlıkta harcarız diye mi bu korkumuz? Yalnız olmuşuz.

Bilemiyorum, sen biraz daha kartlarını açık oynasan bile nihayetinde iki kapalı kutuyuz.

Açılsak acaba uyuşur muyuz? Ah! Aptal ben işte, olmayacak şeylere dair sorular sorma konusunda ne denli ısrarlıyım öyle, salağın tekiyim desene.

Sebebini bildiğim sorulara kör göze parmak olan cinste cevaplar, “arıyorum”.

İşin komiği ararken dahi biliyorum. Haykıra haykıra aranan hangi sorunun cevabı sahiden merak edilir ki diye de soruyorum sabahları aynada gördüğüm şahsiyete. Konu sen olunca bil ki göz göze gelemiyorum kendisiyle.

Hep bir kaçamak hamleler, soruyu görmezden gelmeler, üstelesem bu kez, farklı bir şeyi unutası tutuyor, onu hatırlamaya kalkıyorum sonra gene kim bilir neyi, sırf seni biraz daha hatırlamak için unuttuğumu düşünürken buluyorum kendimi, titriyorum gülümsüyorum, yüzümü yıkayıp salona geçiyorum.

Kahve iyi geliyor yorgunluğa, olmasın kırk sene hatırı, tekken daha bir ayrı güzel cezvemin bıraktığının tadı.

Vazgeçtim dedim değil mi üst paragrafların birinde? Evet, tam da öyle dedim, basa basa vazgeçtiğimi söyledim. E peki söyleyin bana, çarelerin olduğu bir arayıştan hangimiz vazgeçerdik?

Anlattım değil mi şimdi asıl derdimi?

Vazgeçtim, amenna. Yolumdayım, ona da tamam.

Fakat yine de her yeni güne uyandığımda, o günün içerisinde kafamda dolanan bir tilki oluyor muhakkak, kıyıda köşede de kıstırıp neden diye sormaktan da hiç çekinmiyor kerata.

Evet neden? Sahiden neden? Reva mı bu yalnızlık? Gerçi ona da tamamım, şikâyet de etmiyorum halimden belki ama insan bazı ihtimallerin sönüşünü kendisine yedirmekte güçlük çekiyor, anlarsın ya.

Bir yola bir kere giriliyor. Bir adım tek sefere mahsustur. Gerisi yalnızca replikası.

Tıpkı güven gibi. Güven de bir defaya mahsustur, iyi bilirim.

Sevmek ve hoşlanmakta öyle aslında.

Ben bu rüzgâr aman aman olan şehre her gelişimde aklımda hep aynı soru oluyor.

Hiçbir şeyin tekrarının olmadığı bu dünyada acaba birbirimize bir şans daha vermiş olsaydık her şey nasıl olurdu. Olur muyduk?

Her neyse ama. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Ne sevgi ve hoşlantı namına ufacık bir ışık kaldı merhabamda. 

Ne de artık ihtimaller umurumda.

Son bir defa, veda diyelim mi kırmızı başlıklı kıza?

Kendine kendin gibi bak kırmızı başlıklı, o hep olduğunun en üst mertebesine ulaşma çabası içinde olan, yara bere almış kız çocuğunu büyütecek olan kişinin yine aynı kız olduğuna, kendi merheminin sahibinin yalnızca sen olduğuna, sonuna kadar inanan biri var tam burada.

Gelmem yine de yanına, dostane say bu veda mı da hatta, kalmadı kelebeğim, kalbimde adını haykıran. İstemem ki gelmeni, artık sadece hoşça kal.

Selam Ben Emirhan
Yolunun daha henüz çok çok başında olduğunun farkında olan az insan var hayatta, henüz bir başarı elde edemeden kendini alim sanan çakma filozoflar var, insan, nankör ve kibirli olmasıyla tanınır, ben ise halktan biri, ülkedeki milyonlarca gençten yalnızca bir tanesiyim, Selam, ben Emirhan.
Önceki
“Her insan bir gün mutlaka, kentsel dönüşüm yaşayacak.”

“Her insan bir gün mutlaka, kentsel dönüşüm yaşayacak.”

Sonraki
Uykusuzluğa İtilmek: Susmayan Bir Kafa / Yalnızlık / Sorumluluklar ve Niceleri

Uykusuzluğa İtilmek: Susmayan Bir Kafa / Yalnızlık / Sorumluluklar ve Niceleri

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.