Brest, Fransa’nın büyülü bölgelerinden Bretagne’ nın en önemli kuzey batı limanıdır. Soğuk okyanus dalgalarının binlerce yıldır şekillendirdiği kıyılar hem çok cezbedici, hem çok korkutucu olabilir. Zaten Brest’ in kimliğinde baskın olan his hep bu dualitedir. Masum, hırçın, soğuk, talepkâr, kızgın a, masum, güzel ama çirkin. Her zaman size hissettirdiği ise üzgün…. İki kez bombalanmış bu okyanus kenti çok üzgün. Çoğu zaman buğulu bir kelt efsanesi atmosferi sesleri sizi takip ediyor, sessiz sesiz
Yeni yıl arifesinde, tam da Noel pazarının ışıkları söndüğünde, hiç bitmeyecek bir sis tabakası altında ve kemiklerine işleyen bir yağmur altında tüm cepheler sanki ağlıyordu şehirde. Oysa dört ay sonra tüm bu acıklı atmosfer bahar renklerine karşı koyamayacak. Tüm o dantel kıyılar bir bisikletle tüm köşelerine kadar keşfedilecek. Ama bu 31 Aralık akşamında sadece ayaklarımız ve şemsiyemiz var. Akşam yeni yıl kutlanacak ve hayalini kurduğumuz o midyeler, istiridyeler, karidesler, deniz tarakları sadece küçücük bir kıyı balıkhanesinde karşımıza çıkıyor. Hepsi sepetlenmiş renkli kalın parlak raflara sarılmış ve mükellef bir yeni yıl hediyesine dönüştürülmüş.
Renkli ahşap vitrinleriyle son derece davetkâr pub bistro melezi küçük meyhanelerin hiçbiri öğle yemeği servis etmeye yanaşmıyor. Ama kabul edersen gulaş yiyebiliyorsun, Brest’ te hırçın Atlantik dalgaları karşısında gulaş çok da çekici gelmedi….
Akşam ise tüm restoran, bistro, bar, kafe her yer dolu veya kapalı. Elbette ihtiyatsız bir yolculuktan sonra şehirde birden bire beliren yabancı bu karşılamayı hak ediyor. Denize çok yakın olan havaalanına Fransa’nın güneyinden inince havayı kokluyorsun. Okyanus kokmuyor, akşam 9 ve hava alanı araba kiralama şirketlerinin bahtsız nöbetçilerine terk edilmiş. 25 dakika sonra bizi şehir merkezine bir parça da ha yaklaştıracak otobüs geliyor. Hala okyanusu hissedemeden şehre biraz da ha yaklaşıyorsun.
Etrafta saklı bir iklimin yarattığı farklı bir bitki örtüsü var. Hava ne kadar iç sızlatsa da, nem, tuz, iyot, belki de bizim hissedemediğimiz yumuşaklığın beslediği küçük palmiyeler, bodur hurmalar, rengârenk şakayıklar, manolyalar, japongülleri ve çiçekli çalılar hüzünlü bina cephelerini süslüyor. Tahta kepenkleri, arduaz çatıları, renkli pervazları, tül perdeleri, minicik posta kutuları ile ne kadar şirin de olsalar yine de hüzünlü bu cepheler. Her an yeniden bombalanmaktan korkup, nasıl ayakta kaldıklarına şaşarak. Bombardımanlardan sağ çıkamayanların yerini ise komünist şehirlerin korkunç beton bloklar almış. Taş bahçe duvarları, çatı pencereleri, sevimli saçakları ve sarmaşıklı bahçeleri ile şaşkın bir gülümseme ile takip ettiğiniz yüzyıllık mahalleler, keskin sınırlarıyla karşınıza çıkıveren ve sizi bir an Çağlayan’ a sürükleyen sosyal konut topluluklarıyla kesiliyor. Çizilmiş beton parklarına serpilmiş çimen hatlar, renk renk çöp kutuları ve hepsi bir boy kesilmiş yapraksız ağaçlarıyla 70lerin sonunda Varşova’ da geçecek bir demir perde filmine çok iyi bir sahne olur bu Çağlayan apartmanları. Her ne kadar pembe, sarı, açık maviye boyanmış olsa da bu beton duvarlardan çıkan insanlar mutsuz ve hevessiz gözüküyorlar.
Aslında kesitini alınca bu şehir o kadar çok katmanlı ki. 1930 lar ve art deco çok etkin. Sadece deniz bakan gar binası bile incelemeye değer bir art deko yapı. Saf yuvarlak hatları ve nadir çıkan güneşin değerli ışığını içeriye almaya çalışan kesikleri ile dikkat çekiyor. Üstelik tüm Bretagne şehirlerine bu karmaşık ağlar kavşağından geçerek gidiyorsun, üstelik insanları ülkenin kalbine de yine bu eşsiz art deko gar ulaştırıyor.
Bir de bugünkü yüzü var Brest’ in gelişen çağdaş yüzü, sonuçta önemli ve zengin bir liman kenti. Büyük vinçler, geniş cam ve metal yüzeyler, dönen devasa beton mikserleri. Çok zevkli genç ve orta yaşlı burjuva bohemlere hitap eden inanılmaz iyi düşünülmüz siteler de yapmışlar. Bu siteleri şehirden yaptıkları parklarla ayırmışlar, şehrin hüznünden şehre kattıkları park enerjisi ile arınıyorlar. Fakat bunlara rağmen, bu çaba ve iyi niyetlere rağmen ketum bir mütevazılık saklı bu kentte. Sanki sessiz ve temkinli adımlarla yürümeli. Hâlbuki hepsinin damarlarında çılgın ve maceracı kelt kanı akıyor. Evettt, bir nokta da kaçınılmaz olarak kelt olduklarını yatsıyamıyorlar. O muhteşem biralarında. Yerel ve organik biralar insana her yudumda boyut değiştiriyor. Ve eğer 31 Aralık, 1 Ocak miskinliğini atlatabilmiş ve kendini 2 Ocağın soğuk, gri, karanlık öğlesine atabilmişsen. Midye, balık çorbası, ördek yağında kızartılmış patates ve litrelerce Brest birası. 31 Aralıkta kovulduğumuz kırmızı ahşap bup bizi o aç öğle yemeği hengâmesi içine katmayı kabul ediyor bu kez. Açlık enerjisi kışkırtıcı enfes kokularla ne fevkalade bir sinerji yaratıyor. Yemek dumanları ve bardak şıkırtıları bir birine karışırken bir yandan da sıcak kahve kokusu uyarıyor seni. Ne de güzel yiyoruz, insani ve coşkun bir paylaşımla. ;Üstelik bölük pörçüt Bröton ve kelt efsanelerin kırıntıları ulaşıyor kulaklarımıza. Sanırım zaman en hızlı ve keyifli böyle akıyor bu kıyılarda. Sonra da Bretagne’ ya özgü siyah buğdaydan yapılan ve kestane püresi ile doldurulan krepler size şarkı söyletiyor. Doğru Bretagne’ yız. Krebi yaratan topraklarda…..Krep bir mutluluk, sıcak cidre içerseniz bir parça daha mutluluk. Tüm Bretagne’ da bizi izliyor, yoksa biz mi onu izliyoruz tüm Bretagne’ da…..
Uçağımız 20:55 de, biz saat 16:30 ulaştık. Artık o çok da çekici olmayan hava alanına dönme vakti. Merak edilecek bir durum yok. Havaalanına her yerden çok rahat ve toplu taşıma ile ulaşıyorsunuz. Son bindiğiniz otobüsün tombul şoförü Brest’ in adsız kahramanlarından olmalı. O soğukta sevimli t-shirtleri ile başlı başına bir sempati ve kibarlık anıtı. Selam olsun. Neyse havalanına gelince alt kattaki kafeden ayrılmayın. Bu yazılarda şunu yiyin, şunu alın, şuraya gezin, şunu yapın yazmayacağım. Bunlar benin hissiyat ve izlenimlerim, ama bunu söylemem insani vazifem….
Kış Brest çok büyülü ve hüzünlüydü, hatta keşke gelmeseydin bile dedi, ama beni nisanda yeniden beklediğini havalandıktan sonra göz kırptığında anladım….
Döneceğim…….