AİLEDE ÇOCUK OLMAK:
Anne, baba, çocuk, toplumun en küçük yapı taşı. Bir aile, dört duvarları huzur kokan bir çatı altında mutlu mesut geçirilen günler, insanın en çok mutlu olduğu bir an söyleyin desem, ilk akla gelecek anlardan birinin “ailemin benimle gurur duyması” olması çok olası, kesin de denebilir buna.
Bir anne bir baba, evladından ne ister, okusun adam olsun ister değil mi? Topluma faydalı olsun, evlenip çoluğa çocuğa karışsın ve sigortalı güzel bir işi olsun. Oysa çocukların, daha o yaşlarda ortaya çıkan ütopik düzeylerde veyahut realist hayalleri vardır, bazı çocuklar bu hayalleri, hedef haline getirir ve varını yoğunu ortaya koyar, bir şeyler başarıp, önce kendisi, kendisiyle gurur duymak, o “başardım” anına bir an evvel ulaşmak ister, ailelerse zaman zaman karşı çıkar bunlara, bir gelecek vadetmediğini söyleyerek çocuğun hevesini kursağında bırakıp, hayalin en güzel anında, kurulma aşamasında, ağızlarına gitmekte olan çatalı hemencecik alıverirler ellerinden.
Çocuklar, işte tam bu noktada aile bireylerine bilenmeye başlarlar, tam bu noktada, bir birey olduklarını hissetmeye ve buna anlam yüklemeye başlarlar, özgürlük açlığı da bundan dolayıdır aslında.
Küçük bir çocuğun, belki de bir motorsiklet, bir araba, bir bilgisayar, bir telefon veyahut benzer kalibrede bir nesne alma hayaliyle, herkesi karşına alması, yemeden içmeden kesilmesi, soluksuz şekilde bu hedefine odaklanıp, dış dünyadan kopması, bir nevi hedefe kitlenip, geri kalan hiçbir şeyi umursamaması.
Aileden önce çocukta başlar kopma, bir çocuğun en çok istediği şeyi, ihtiyacı olan şeyi, şımarıklığını elinden alırsanız, kendini değersiz hissettirirseniz eğer, bir çocuk değer görmediğini hissettiğinde, sevgisiz kaldığında, eşyalara anlam yüklemeye ve onları elde ettiğinde, gerçekten de mutlu olacağına inandırır kendini, aslında aç gözlülüğün de asıl sebebi budur, sevgisizlik, her şeyin temelinde sevgisizlik var.
Sevginin olmadığı, hissedilmediği yuvalara ne oluyor biliyor musunuz?
Size söyleyeyim;
ASLINDA:
Dinimizin ve insanlığımızın temelinde sevmek, sahiplenmek, yalnız hissettirmemek vardır, sevdiği uğruna yasak elmayı yediği için Cennetten kovulan bir insanın oğulları, kızları olarak biz, sevmeyi unutmaya veya yapmacık bir hale sokmaya başladık.
Aslına bakacak olursanız sevmek, oldukça zordur. Bir insan, sevdiğine veda ettikten sonra uzun bir süre kimseyi sevmek istemez, kimseyi hayatına sokamaz, dener, defalarca dener, çaresiz bir şekilde dener o boşluğu başka biriyle doldurmayı, olmaz ama. Bazı boşluklar hiçbir şekilde dolmaz.
Farklı bir insan, sadece henüz bilmediğiniz ama sizde doğuştan var olan bir boşluğu doldurur, birini gördüğünde “Benim Ona ihtiyacım var” hissini aldığınız anda vücudunuzda dalgalanmalar olmaya, yepisyeni bir boşluk, kendini var etmeye başlar, o boşluğuysa yalnızca içinizden geçen insanı oraya gönül rahatlığıyla alarak doldurabilirsiniz zira bazı boşlukları yalnızca farklı bir boşluğun dolmasıyla kapatabilir insan. Bu dediğimi, sırf bir kaybın acısını kapatmak için, o yere farklı bir insanı monte etmeniz gerek olarak algılıyorsanız eğer, sayfayı kapatın ve bir daha benim blog sayfama girmeyin.
Çünkü benim kast ettiğim, bir insan, gelişiyle, tüm geçmişinizi unutturacak, yükünüzü hafifletecek bir değer olabilir sizin kalbinize, onu farklı birini unutmak adına kullanmak yalnızca acizlik olacaktır.
Bunu en iyi üvey anne, baba tabiriyle açıklayabilirim, her ne kadar bir aile büyüğü olsalar da asıl olanların yerini asla ama asla tam olarak dolduramayacaklar, bir hata yapıldı, bedelini ise ailenin en ufak üyesi/üyeleri ödedi. Ben boşanma sonrası evlenilmesine karşı değilim, ömür yalnız geçmez der büyüklerim, sadece, oldu ki tekrar evlenilecek, masum bir evlattan birini babasının veyahut annesinin yerine koymasını isteyemezsiniz bu gerçekten çok irite edici bir durum. Sevebilir, sayabilir, yerine koymaya gelince orası olmaz orası kendiliğinden olmaz ki zaten.
Bir his gelir, geldiğinde zihnimizi esir alır, tıpkı yapılan bir planın, son anda değişikliğe gitmesi sonucu gerçekleştirilen alternatif planın her ne kadar güzel bir gün geçirmemizi sağlasa bile içimizde ukde kalan a planının bizde merak ve acaba hissi yaratması gibi. Var evet, yaşandı ve belki olacaklardan çok daha iyi yaşandı, peki diğer plan nasıl olacaktı?
Peki o bize iyi bir baba/anne/abi/abla olabilecek miydi?
Ömürlük bir merak, yıkılan bir ailenin ilk yarattığı boşluk, akla ilk getirdiği soru, yarattığı üçüncü sorun bu.
İkinci sorun, aile büyüğümüzün vazgeçmek zorunda kaldığı hayat arkadaşını bir ömür boyunca buruk vaziyette anması.
Esas sorun, altın, soluk görünüşlü devasa harflerle yazılan görünmeyen, görülmek istenmeyen yazı ise, sevgisiz bırakılan bir çocuğun ömürlük arayışı. Şıpsevdi insanlara –geçmişte kendime de- kızardım hep, neden sürekli daldan dala konmayı düşündüğü, niye hep bir yolculuk, yol arkadaşı arama telaşında olduğu için.
Günün birinde oturdum, gerçekten saatlerce düşündüm bunu, bir sonuca vardım ben, canımı yakan bir sonuca.
SEBEBİ VEDALAR:
Bir insanın sevgi arayışının tek bir sebebi var -o insan sevgiyi faydalanma uğruna aramıyorsa eğer- o da vedalar. Annesi babası boşanmış bir çocuğun, evinde gördüğü sevgi minimuma iner çoğu zaman, çünkü bazı evlerde sevgi yalnızca bir insanın vedasına mahsustur. Dikkat ettiyseniz eğer boşanmaların yaşandığı evlerde hep farklı bir hava vardır, yarım kalmıştır o ev, eskisi gibi değildir bilakis çoğu zaman da eski haline hasrettir.
Zavallı toy bir çocuğun, kavgalarla geçen bir ay sonucu evinde ettiği kahvaltıda, annesinin olumsuz atmosferi değiştirmesindeki çaresizliği gördüğü an, aile falan kalmaz çocuk için, farkına varır yakınlarda bir veda edileceğinin. Evin çınarı evden gidecek, hataları buna sebebiyet verdi sonuçta.
Öyle çocuklar daha bir romantik, daha bir arzuludur sevmek için bir insanı, belki de birisi sırf onu sevdi diye, sevmeye çalışıp, hatalarını ve olumsuzluklarını görmezden gelişinin sebebi, sevgiyi gördüğü tek yeri kaybetmeme isteğidir, neden olmasın?
Aşık olmaktan çok korkar sevgisiz büyüyen çocuklar, kimseye kapılmak istemezler, birine kapılmak isteseler bile kendilerini frenlerler mutlaka, frenlemezlerse kaza yapacak, hatta bu yolda can vereceklerdir.
Bu sebepten ötürü şıpsevdi bir nesil var oldu, ailede göremedikleri için, ufacık bir ilgiyi sevgi sandıkları için.
Sevmek kötü değildir onlar adına, aksine yücedir, korkutucudur, sevmek için bir bakış, bir an yetse dahi sevmek istemez, geride durmak isterler, üstelik bir de kalp yoran birliktelikten çıktılarsa eyvah!
Gönül defterini mühürleyip tozlu raflara kaldırmaya hazırlanmakta olan bir şaire, yeni bir şiir yazdıracak, aleladelikten uzak, nadide bir ilhamın, karşısına çıkması zor.
Kaleminin kutsallığını basitleştirmek istemez ne de olsa, son değer kaybı nedeniyle.
Çıktığı zaman, şair ucunda ölüm dahi olsa o ilhamın peşini bırakmaz, bırakamaz, sımsıkı sarılır son ilhamına, aradığı sevgiyi onda hissettiyse eğer.
Gelgelelim konumuza, boşanmanın yarattığı etkilere…
BOŞANMANIN OLUŞTURDUĞU YIKIM/YENİLEME SÜRECİ:
İlk başlarda acı bir tat bırakır damakta, çocuk odasına çekilir, kimseyle oyunlar oynamak istemez, bilir ki bir çocuk, anne babasından bahsedecek ve kendisi acı çekecek. Çoğu zaman da fark edilmez çocuğun anne baba hasreti, gizler, derinlerine gömer, göstermek istemez kimselere, güçsüzlük sanılmasın, haline acınmasın diye.
Parklardan kaçtı, odasına kapandı, fazladan kiloları da aldı, yavaştan gençliğe doğru gitmeye başladı acımasız zaman çizelgesi, lise ise hepsinin birleşmesi.
Lise de aile sorunları yaşayan bir çocuğa kimse şefkat göstermek istemez dersem bu bencillik olur, kimi öğretmenler, kimi dert ortağı yaşıtları onu sahiplenir illa ki. Ama bazı şanssız çocuklar var ki ah!
Kimse görmez öyle çocukları, öyle çocuklarsa herkesi görür, bir köşede oturur, hepsinin birbirleriyle güzel güzel anlaşmasını izlerler sadece. Arkadaş edinmeye korkarlar ki bilirler ucunda kaybetmek adında bir gerçeğin olduğunu, yalnız kalmayı sevip yalnızlığa adarlar ömürlerini, asosyal bir hayat bekler gelecekte onları.
Bu konfor alanını sevmekle alakalı bir asosyallik durumu değil sakın karıştırmayın ikisini, bahsetmekte olduğum asosyallik, sosyal olmaya elverişli bir birey olmasına karşın, tercih ettiği eğlence anlayışını yalnız yaşamasından kaynaklanan bir asosyallik, buna farklı bir isim vermemiz gerekirse “kendiyle sosyallik” gibi bir terim ortaya koyabiliriz.
Asıl asosyallik ile alakalı bir yazım var, şuraya bırakıyorum onu da.
Neyse, ne diyorduk.
Kendiyle sosyal olan bir insanın kimseye ihtiyacı olmadığı gibi bazen yaşadıklarını anlatacak birine ihtiyaç duydukları da kesinlikle su götürmez bir gerçektir.
E hayat bu, yaşadığımız olayların tümünü yalnızca kendimiz yutamayız, lokmalar boğazımıza büyük geldiğinde onları birileriyle paylaşmalıyız. İşte işin bu noktasında yenilenme süreci dediğimiz bir süreç devreye girer, yeni sürecin bize getirisi ise kısa süreli bir yol arkadaşıdır, yeterince şanslı değilseniz eğer. Şansınız yerindeyse de tebrikler, hayat arkadaşınızı buldunuz. Artık ömrünüzün kalanını kiminle geçireceğinizi biliyorsunuz, ona iyi bakın, o sizi, gerçekten seviyor.
“Ona ihtiyacım var” dediğiniz an geldi yani anlayacağınız. Henüz gelmediyse de üzülmeyin, yanı başınızda olma olasılığı çok yüksek.
Toparlanma süreci iki aşamadan oluşur, ilki aniden gelişen, yıllar süren bir ilişkiyle gelen toparlanmadır, sürecin işleyişi, sorun ve sıkıntıları görmezden gelmeye dayalıdır, insan karşındaki kişiyle aynı seviyede, renklerde ve zevklerde olduğunu hissetmese dahi bazen sırf sevgisini kaybetmemek için işi sürebildiğince yokuşa sürmeyi seçer, yolun sonuna vardığında kötü olacağıysa kaçınılmazdır, arkasından sövülür, sayılır, iyi bahsedilmez, vedayı etmiştir O, kimse onu sevmez.
İkinci aşama içinse birey henüz hazır değildir, uzun bir toparlanma süreci onu beklemektedir, bu süreç şansa veyahut tesadüflere dayalı olaraktan bazen içindeymişiz gibi hissettirir bizlere, bir insana çabucak bağlanıp daha sonra tümüyle uzaklaşırız. Dilimiz bir kere sütten yandığı için, uf demeden cezveye elimizi uzatmaya çekinir, ufacık bir yanma sonucu dahil vazgeçeriz, üstüne bir soğuk su içer, hayırlısı der uyumaya gideriz.
Hazır olduğumuzu gerçekten hissettiğimizdeyse bunu gözlerimizden saçılan ışık süzmelerinden biz de insanlar da anlayabilir.
Sebepsiz yere gülmeye, ağırlıklı olarak pozitif düşünmeye başlamamız demek, biz artık bir an evvel, dikkatli ve temkinli bir şekilde gönül defterini raftan alıp, üzerindeki tozları temizleyip, ilhamımıza sıkıca sarılıp, şiirlerin en iddialısını yazacağız demektir.
Bir sevginin yarattığı boşluğu doldurmaktan vazgeçip, eski bizi kurşuna dizip yeniden hayata dönerek, hayatı ve ilhamımızı sevmeye başlayacağız demekti bu.
DİPNOT:
Şiddetli geçimsizlikle bitkisel hayatta kalan aileler, çocuklarını olabildiğince sevmeli, el üstünde tutmalı, bir yerden sonra “ben mi çocuklar mı” ikilemine giriliyor, iki hayat arkadaşı hayatı boyunca almadığı zorlukta bir kararı almak zorunda kalıyor. Kimisi olumlu kimisi olumsuz sonuçlanıyor, iki şekilde de insan yalnızca kendini kandırıyor ve olan o ufacık çocuklara ve ergenlik çağındaki gençlere oluyor.
Bir abi varsa şayet, çocuk abisini babası, abla varsa da onu, annesi yerine koyuyor, evde gördüğü hemcinsi figüre bel bağlayıp, gözünde evin reisi konumuna alır hiç düşünmeden.
Neyi özlerse ona hasrettir çocuk, babası yoksa babaya, annesi yoksa anneye, sevdiği yoksa da sevmeye hasrettir.
“Sen daha kaç yaşındasın, sevmek senin neyine?”
Diyebir çocuğa demeden önce, hayatında ki boşluklara bakılmasını şiddetle tavsiye ederim. Kim bilir, belki küçüklükten kalan bir enkazı toparlamak, bu sahte dünyada, saf sevginin ölmediğini kanıtlamaktır niyeti.