Ondördünde gelin olan, kendine ikinci bir baba bildiği Seyit in ölüm haberini alan Zeynep ‘in gözleri doldu. Gözyaşı kahve gözlerinden buğday tenine hızla akıp gitti.. O kadar hızlıydı ki sapsarı saçları maviş gözleriyle, her çocuk gibi hem oyun oynayıp hem de kurnazca etrafı kesen Zehra anlamadı bile.
Zeynep, maharetli elleriyle ikişer parça kıyafetten oluşan çantalarını hazırladı. Kızına net bir şey söylememiş oyununu bozmamıştı. Ne de olsa henüz 5 yaşındaydı. Oyun çağındaydı dedesinin öldüğünü bir yada iki saat geç öğrense hiçbir şey kaybetmezdi.
Kendi de hazırlanıp giyinip-kuşandıktan sonra kızını da giydirmek için yanına çağırdı.
Meraklı gözlerle nereye gidiyoruz diye sordu Zehra, köye gidiyoruz dedi Zeynep; dedenlere. Dünyalar Zehra ‘ nın oldu.. Sevinçten uçuyor ordan oraya koşuyordu.
Evin tüm kapı ve pencerelerini kontrol eden Zeynep anahtarı Sabri amcanın eşi Safiye teyzeye bıraktı. Kucaklaşıp helalleştiler Safiye teyze Zeynep ‘i de öpüp kucakladı. Hiç birşey bilmediğini fark edip O da hiç birşey söylemedi..
Anne kız yola düştüler.. Bir başlarına hatta kadın başlarına.. Küçücük bir köyde bir kilometrelik yolu yürüyüp dört araç değiştirirdiler.
Yol daha bi uzadı sanki, yetişmek istiyordu Zeynep, koşmak; uçmak. Kendisine ikinci bir baba olan bu adamı son bir kez görmek. Sonunda köprübaşına geldiler, koşar adımlarla arabadan inip eve doğru gittiler. Gözleri bir kalabalık aradı ama bulamadı. Tam anlamıyla cenaze evi sessizliği vardı. Demek ki gitmişti. Nefes nefese kalmış halde evin önündeki ince taş sedire oturdu; kapılar gene açıktı. Oturduğu sedirin üstündeki camdan Kur’an sesi okuyan kadın sesi geliyordu. Nefesini toplamadan içeri girmek istemedi.
Ama Zehra çoktan koşup içeri girmişti. Kur’an okunan odaya yüzünde kocaman bir gülümseme yüreğinde tarifsiz bir neşeyle koşup girdi.
Oda da ki duvarlar boyunca dizilmiş oturan kadınlar Zehra’yı görünce tekrar ağlamaya başladılar.