Evimizden, Kadıköy yaklaşık beş kilometre.
Aslında karantinadan önce genellikle çok yürüyen bir insandım. Ama özellikle son zamanlarda korona hasta sayısının artması nedeniyle, dışarı pek çıkmamaya çalışıyorum. Ancak insanın hareketleri kısıtlanınca galiba ağrılar başlıyor. O yüzden iki gün önce, yürüyerek Kadıköy’e gitmeye karar verdim. Evde olunca insan, dışarıdaki havanın nasıl olduğunu pek kestiremiyor. Hava durumuna bakıp, uygun şekilde giyinerek sokağa çıktım.
Kapının önünde ustalar vardı. Sanırım sitede birileri banyosunu yeniliyordu. Beyaz bir kamyonetin arkasından malzeme indiriyorlardı. Üç kişiydiler. Maskeleri yoktu ve kapıdan giren, çıkana aldırmadan işlerine devam ediyorlardı. “Pardon, geçebilir miyim?” diye seslendim. Ters ters bakarak, biraz kenara çekilip, yol verdiler. Geçtim.
Hava soğumuştu. Yerler, bir önceki gün yağan yağmurdan dolayı ıslaktı. Sararmış yapraklar dökülmüştü. Sokakta çok fazla olmasa da insanlar vardı. Maskemi takmıştım tabi. Bazen çift maske takıyorum, nefes almak zorlaşıyor.
Tek maskenin de açık havada koruyucu özelliğinin yeterli olduğu söyleniyor.
Sokak biraz yokuş. Maske de olunca insan nefes almakta zorlanıyor. O yüzden yokuşta biraz yavaş çıkmak gerekiyor. Neyse yavaş yavaş caddeye çıktım.
Caddeden sonrası düzlük. Cadde vızır, vızır. Korona kimsenin pek umurunda değil gibi yani. Ama ne yalan söyleyeyim, çoğunluk maske takmıştı. İleride garsonlar ve kuryeler sigara içiyordu.
Neyse köprüyü de geçtikten sonra yolu yarılamış oldum.
Kadıköy kalabalıktı. Dikkat ettim, genellikle yaşlılar vardı. Bazısı maske ile birlikte siperlik de takmıştı.
Kadıköy’ü çok seviyorum. Kalabalığının enerjisini seviyorum. Ama nerede o karantina öncesi günler…
Acele ederek, alacak şeylerimi aldım ve dönüş yoluna koyuldum. Çok yorulmuştum ama beş kilometre daha yolum vardı. “Az kaldı, çok az kaldı” diye kendimi motive ederek, sonunda eve vardım.
Çok yorulmuştum ve içimde bir korku vardı. “Acaba korona oldum mu?”