Bize Yalan Söylediler; Doğru Haber mi? Hızlı Haber mi?

Bize Yalan Söylediler; Doğru Haber mi? Hızlı Haber mi?

Bize Yalan Söylediler; Doğru Haber mi? Hızlı Haber mi?

Gelişen teknoloji, paralelinde gazetecilik pratiklerini de hızına yetişilmeyecek bir şekilde değişime uğrattı. Değişen her çağ ile birlikte gazetecilik pratikleri, meslek içi etiği, haber-değer ilişkisi de bu değişime ayak uydurmak zorunda kaldı. Bu değişime ayak uydururken çoğu kez etik olarak gösterilmeyecek yollara başvuruldu ve bu durum beraberinde yeni tartışmalara yol açtı. Ayrıca doğru-yanlış haber olgusunu sadece teknoloji kıstasında ele almakta doğru sayılmaz. Haberin doğruluğunu etkileyecek teknoloji dışında kültürel, siyasal ve toplumsal etkenlerde göz önünde bulundurulmalıdır.

Poltio adındaki sosyal anket platformu yaptığı araştırmada insanların teknolojiye olan güveninin nasıl azaldığını gözler önüne seriyor. 545 katılımcıdan %49’u sosyal mecrayı aktif olarak kullanmasına rağmen kendilerini bu mecralarda güvende hissetmediklerini ifade ettiler. Ankete katılanların %25’i en çok sosyal medyadan okudukları kadarıyla bilgi sahibi olduklarını belirtirken %22’si internet ortamında yaptığı araştırmalar ve takipte oldukları kişilerden bilgi aldıklarını ifade ettiler. Bu sonuçlara bakıldığında üstünlüğü bilgiyi hazır kullananların aldığını görebiliyoruz. Sosyal medyanın ivme kaybetmeden yükselmeye devam etmesiyle beraber aslı olmayan haberler, komplo teorileri, siyasi propaganda araçları da içerikleri etkilemeye devam ediyor. 

“Üç neden; algoritmalar, reklamcılık, maruz kalma…”

Yalan haberlerin sosyal medyada bu kadar hızlı yayılmasını Medium haber sitesinde yazarlık yapan Samantha Bradshaw üç nedene bağlıyor; Algoritmalar, reklamcılık, maruz kalma… Arama algoritmaları ile birlikte çok büyük bilgi yığınlarını tek tek aramak yerine istenilen anahtar kelimeler sayesinde tek tıkla bu bilgi yığının içinden istediklerimizi alabiliyoruz. Ancak uzun süredir tartışılan ve hala devam eden algoritmaların belli başlı içeriğe öncelik vermesi yalan haberlerinin de yayılmasında büyük bir neden taşıyor. Özellikle sosyal medya mecralarında işletmeciler veya reklamcılar algoritmaları kullanarak kullanıcıyı aldatmaya yönelik bir etkileşim amacı güdüyorlar. Nedenlerin diğer ayağı olan reklamcılıkta ise sosyal medya mecralarının kullanıcı verilerini şirketlere satmasıyla başlıyor. Şirketler bu verilerle müşteri çekmek adına aslı olmayan içerikleri (Clickbait) kullanıcıların önüne çıkartabiliyor. Diğer unsur ise maruz kalma, kullanıcılar karşılarına çıkabilecek içerikleri her ne kadar belirleyebiliyor olsa da bahsettiğimiz algoritma ve reklamcılık unsurları nedeniyle çoğu zaman görmek istemeyecekleri içeriklere maruz kalabiliyor. 

“Hep daha önce, hep daha önce”

Her şey bunlarla da sınırlı kalmıyor. Ana akım medyanın tekelleşmesi, siyasal müdahalelerin artması, oto sansür gibi olgularla beraber ana akım medyanın da sosyal mecralarda yavaş yavaş yerini alması işleri daha da çıkmaz bir hale sokmaya devam ediyor. Giderek tek tip hale gelen medya beraberinde kullanıcıyı tek tip bir içeriğe mahkûm etmekle kalmayıp bu içeriklerin de doğruluğunu sorgulayabilecekleri bir ortam bırakmıyor. Ayrıca sosyal mecranın hızına da yetişmek adına çoğu kez meslek etiğini hiçe sayarak ‘hep daha önce ben’ parolasını benimsiyor. Bunların sonucunda da ortaya doğru olmayan ve belki de algı yönetimine sebebiyet verecek içerikler çıkıyor. Hep daha önce ben parolası ile birlikte içerikler süzgeçten geçmeden, doğruluğu teyit edilmeden kullanıcının önüne sunuluyor. Zaten ‘hep daha önce ben’ diyen içerik üreticileri ile beraber ‘hep ilk önce ben’ diyen tüketiciler de teyit edilmeyen bilgi ışığında algı sahibi oluyor. Hız uğruna yapılan etik ve ahlak dışı haberlerin önüne geçmek zor olsa da imkânsız değil. Sosyal mecraların denetimi, toplumun sahte haberlere karşı bilinçlendirilmesi, siyasal müdahalelerin engellenmesi gibi çözüm odaklı eylemlere öncelik verildiği zaman kullanıcıların önündeki kirli ve dağınık bilgi yığınlarının ortadan kalkacağı su götürmez bir gerçek. Asıl soru biz görüntünün ardındaki özü görmeye hazır mıyız?

Burak Horoz
Nietzsche'nin dördüncü, Marx'ın altıncı kuşaktan torunu. Kendi halinde olduğu kadar eleştirel ve eleştirel olduğu kadar da naif, beğenmediği sistem içerisinde hayatta kalmaya çalışan, hayatta kalmaya çalışırken de bazen üşenen bir varlık.
Subscribe
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Önceki
Korku ve İnsan
Sonraki
Gündemdeki Savaş Söylemleri ve Askerî Harekât
Gündemdeki Savaş Söylemleri ve Askerî Harekât

Gündemdeki Savaş Söylemleri ve Askerî Harekât

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.