Küçük bir kar küresi içinde hapsedilmiş bedenleriz. O kadar sert bir cisimden yapılmış bir küre ki… Kimsenin kırıp dışarı çıkmaya gücü yetmezmiş gibi geliyor.
Çocukken size ister sevdiğiniz yemekler yapılsın ister se de sevdiğiniz hediyeler alınınsın bu maalesef ki hayatınızın çalınmış olduğu gerçeğini değiştiremiyor.
Hangimiz sonuçlarının kötü olacağını bildiği halde, risk alıp hata işleyecek kadar cesurdur. Hiç birimiz değil mi? Bize ilk öğretilen cümle neydi? Yapma oğlum ya da kızım… Küçükken hata yapmak yasaklandı bize. Hep doğruyduk, aslında biz diye bir şey de yoktu. Evren bizim için seçtiği insanlarla kaderimizi biçti. Adımız her şeyimiz bize ait değil ki… Daha biz doğmadan adımıza karar verildi Ayşe ya da Ali. Daha doğmadan Giyeceğimiz kıyafetler seçili… Kız olursa pembe erkek olursa mavi. Erkek çocuğa araba al, kız çocuğa bebek al. İngilizceyi, Türkçeyi öğret. Benim oğlum büyüyünce avukat olacak benim kızım büyüyünce hemşire olacak. Pek biz ne istiyoruz. Peki biz ne istiyoruz.
On sekiz kelimesi neyi ifade ediyor özgürlüğü mü? Tabikide hayır. Öyle olsaydı eğer on sekize geldiğimiz de yeni doğarken kazandığımız aidiyeti kendimiz yeni baştan seçmemize izin verilirdi. Verilse bile bunun kolay olmayacağını biliyoruz. O zaman geriye tek bir yanıt ya da seçenek kalıyor. Ne doğarken ne de ölürken biz değiliz. Ben fakirim ve fakir olmayı ben seçmedim. Katil bir annenin ya da katil bir babanın kızı olmayı ben seçmedim. Erkek ya da kız olmayı ben seçmedim. Yaşamayı da ölmeyi de ben seçmedim.
Kısacası biz Ayşe ya da Aliden ibaret değildik, bunun çok daha fazlasıydık.