Bit o kadar kalabalığın arasında bir o kadar yalnız hissediyordu kendini. Aklındaki binbir düşünceyle sömürüyordu farkında olmayarak tutunduğu yerdeki kanı. Ve volkanlar patlıyordu her seferinde pençelerin altında.
Farklıydı o. Kendi benliğinin ötesine çıkabilmişti hayalleriyle sınırlı kalsada. Sık ağaçlarla örülmüş o yuvarlak ormanın içinde tutunmaya çalışıyordu sıkıca toprağa. Yaşamının kaynağını emiyordu doyasıya topraktan. Kendi gibi nice yoldaşları vardı o ormanda. Hepsinin tek gayesi tüm zorluklardan, tüm zehirlerden, o koca koca deri kaplı pençelerden yara almadan kurtulmak Ve ecelleriyle ölebilmekti. Ama bizim kahramanımız olan bit’in savaşı bu kadarla sınırlı olmamalıydı. Farklı yerleri, farklı toprakları, keşfetmek,yeni kaynaklarında tadlarına bakmak oralarda da kendinden izler bırakmak, çoğalmak, koloniler kurup yeni bir egomanyaya sahip olabilmekti. O baş eğen değil eğdiren olmanın hülyalarıyla sarhoş olurken korktuğu gelidi başına. Hikayesi başlamadan bitenlerin arasına katıldı ve kesildi enerji veren tüm kabloları. Toprağına zehir yağıyordu. Koca koca tırpanlar giriyordu o sık ağaçlarının arasına acımasızca. Nasıl karşı koysun ki o vahşi ve heybetli makinalara. Tüm koloni bir araya gelse yine de yetmezdi güçleri durdurmaya. Napsın o da boyun eğdi kaderine. Vazgeçmekte erdemdi ne de olsa. Bu erdem işine yaramasa da olsundu. En azından yaşamın, var olmaktan öte bir şey olduğunun farkında olarak ayrılacaktı sıkıca sarıldığı topraklarından. Debelenmeden verdi canını ama açık gitti gözleri, içindeki kuşları uçuramamanın hüznüyle..
Not: Yazarken saçmalamaktan korkmayın demişti sayın Gülayşe Koçak
Saç malanmaz taranır 🤭😁