Çocukluğundan beri bisiklete binmediği uzun zaman olmuştu. Çok özlemişti bisiklete binmeyi. Cesaretini topladı ve önceleri biraz korksa da unutmamıştı bisiklet sürmeyi. Küçük çocuklar gibi sevinçliydi. Uçuyordu havalara. Ayakları yerden kesilmişti. Nasıl mutluydu… Rüzgar yüzüne vuruyor, adeta süzülüyordu. Düşmemek için çok dikkat ediyordu. O kadar ki, elleri acımıştı direksiyonu sıkı tutmaktan. Sonra yavaş yavaş eski özgüveni geri geldi, bisikletle hızlanmaya başladı. O kadar kendine güveni gelmişti ki artık ellerini kaldırarak falan bisiklet sürebileceğini düşünüyordu.
En kötüsü de budur bilirsiniz. İnsanın başına bir şeyler hep kendine böyle fazla güvendiği zamanlarda gelir.
Bahçe kapısından çıkınca önce aşağı doğru bir yokuş vardı. Orada bisiklete hız kazandırıp, hızlıca yukarı doğru yokuşu çıkmak gerekir. O yokuşu bisikletle ancak bu şekilde çıkabilirsiniz. Ancak o yukarı doğru çıkan yokuşta bisiklet hiç sevmeyen, devamlı pusuda yatan bir köpek çetesi bulunur. Bisikletle hızlıca geçen insanlara daima havlarlar. Bisiklete henüz yeni alışma evresinde olduğu için oradan geçerken her defasında köpeklerden korkup, düşerim diye korkuyordu. İşte o gün, bisikletle hızlıca yokuşa girerken başındaki şapkası rüzgardan havaya uçtu. Gayri ihtiyari refleks bir hareketle şapkasını tutmaya çalıştı. Tam hızlanırken ellerini bıraktığı için, kendini bir anda yerde buldu. Hatırlıyordu. Yüzünün üstüne düşmüştü. Kulaklarında korkunç bir patlama sesi ve ardından büyük bir acı içinde yerde kıvranıyordu. Kalktı ve eve doğru koşmaya başladı. Acıdan ağlıyordu. Yüzüne dokundu, elleri kan içinde kalmıştı…