“Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı,gitmek olarak algılıyorum.”
― Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk
Dünyanın en kolay eylemi gibi duyulan gitmek halbuki ne zordur. Bir yeri, bir insanı, bir duyguyu arkada bırakıp gitmek.. Gitmeyi alışkanlık haline getirmiş biri olarak hep merak ederim bir yerden, bir insandan, bir duygudan gitmek benim için bu kadar kolayken neden diğer insanlar için gitmek bu kadar zor?
Yaralarını iyileştirmeyi öğrenememiş insanlar devamlı yaralarını kanatarak canlarını yakmaya devam ediyorlar. Canları yandıkça da saldırganlaşıyorlar. Bırakamadığı duygular yüzünden kendi canını acıtmaya devam eden insan bu sefer acısını başkalarından çıkarmaya başlayıp yalnızlaşıyor ve daha da saldırganlaşıyor. En sonunda kendisini kurban, geri kalan herkesi suçlu ilan ediyor. Peki, en başında bu duyguyu bırakabilseydi sonuç farklı olmaz mıydı?
Yaralarımızın iyileşmesine izin vermediğimiz, bazı duygulardan gidemediğimiz için hayatı hem kendimiz hem de çevremizdekiler için zorlarştırıyoruz. Sonra sizin bırakamadığınız duygular yüzünden başka biri sizden gidiyor. Gidiyor ve sizin dramatik hikayenizin yeni suçlusu oluyorlar.
Şüphesiz kendini hiçbir yere ait hissetmeyen insanlar gitmekte bahis görmeyecektir ama insan nereye giderse gitsin kendisini de beraberinde taşıyor. Kendisini beraberinde taşıyan insanın valizinde muhakkak da duygular oluyor.
Bir insanın kendini gelişinin ve olgunlaşabildiğinin en önemli göstergesi gidebilmek sanırım. Sizi üzen insanları terk edip gidebilmek, sizi mutsuz eden işi bırakıp gidebilmek, bütün mutsuz anılarınıza sahip olan şehirden gidebilmek, kafanızdaki karanlık düşüncelerden gidebilmek, hayal kırıklıklarınızdan, kalp ağrılarınızdan gidebilmek ve iyileşmek.
Eninde sonunda gitmeyi öğrenmediğimiz her gün terkedilen olmaya mahkumuz.