Çocukluğumun geçtiği, adınında kendininde küçük olduğu, resimde de gördüğünüz üzere harabe olan köyümden merhaba sevgili okur.
Mart ayının 25’i saatler 21:30’u gösteriyordu. Yan komşumuz olan aynı zamanda sınıf arkadaşım Seda ile ders çalışmak için evlerine gitmiştim ki çok geçmeden yer yerinden oynuyor küçük kıyamet kopuyordu adeta. Ne olduğunu anlayamamış Meryem teyzeye sarılıp onun yanından ayrılmıyordum. Toz ve toprak boğazıma çöküyor nefes almakta zorluk çekiyordum. Artık evin tavanı yerine gökyüzü görünüyordu, evden çıkacak bir yer yoktu. Duvarlar, topraklar kapıyı kapatmıştı. Salim amca kapıyı açmaya çalışırken abim ve babamın uzaktan sesi geliyor naylondan yapılmış pencereyi açmaya çalışıyorlardı. Babam ve abim sırayla komşunun çocuklarını dışarıya çıkarıyorlardı ben en sona kalınca ailem toprak altında kalıp öldüğümü düşünmüşler. Dışarıya çıkma sırası bana gelince ailemi şaşırtmıştım cesaretimle. Bildiğim duaları okuyor hem soğuk hem korkudan tir tir titriyordum. Dışarı kapkaranlık her yer yıkılmış evin içinden farksız değildi. Ne olduğunu ne yaşadığımızı anlayamıyordum annem deprem oldu kızım korkma biz senin yanındayız dedikten sonra ablamın elini, annemin elini tutmayı hiç bırakmıyordum. Boğazıma çöken tozları temizlemek için bizim eve girip korka korka su almıştık.
Annem, babam ve abim komşularımızı,akrabalarımızı kontrol edip toprak altında kalanları çıkarmak için yardım ediyorlardı.
Ambulansın siren sesleri, ağlayanların, yardım isteyenlerin sesleri, Yusuf ve Furkan toprak altında kalmış, Ceylani ölmüş, Sema babannesini kurtarmak için eve girince oda toprak altında kalmış, sesimizi duyan yokmu bizde toprak altındayız gibi konuşmalara, bağırışmalara 10 yaşındaki gözlerle,kulaklarla şahitlik ediyordum.
O gece herkes birbiriyle kardeş gibi küslük yok kırgınlık yok birbirine yardıma koşuyor, üşüyene montunu battaniyesini verenlerin, çorabı olmayana çorap verenlerin, toprak altından canlı çıkanlara alkışın, ümidin, sevincin,yüzüne kanların aktığı, kolunun, ayağının kırık olduğunu farketmeyenlerin,evi yıkıldığı, hayvanları toprak altında kaldığı için ağlayıp yardım isteyenlerin hakim olduğu bir geceydi.
Çok geçmeden ilçede oturan akrabamız gelip bizi kendi iş yerine götürmüştü. Sabaha kadar uyumayıp televizyondan köyümüzle ilgili olan haberleri izleyip, arkadaşlarımın, akrabalarımın, komşularımızın yaralı olduğunu, 8 kişininde ölüm haberini televizyondan öğrenmiştik. Hepimiz için acı kayıpların olduğu bir geceydi.
Ateş düştüğü yeri yakar cümlesi artık köyümüzde yerini almıştı. Ne yaparsak yapalım acizliğin boy gösterdiğini hiç bir şeyin eski haline dönüşemeyeceğini iliklere kadar hissedip görmemek mümkün değildi. 21:29 da var olan evler, sağ olan bedenler, gülen yüzler, 21:30 da yerini yıkılan evler,kayıp bedenler,acı yüzlere bırakmış kocaman hiçi tadıyorduk.
Hayat hep böyle değilmidir sevgili okur. Bir saniye önce var olan bir saniye sonra yok olabiliyor. Hep var diyen, benim hiç yok diyene dönüşüyor. Bizler dünyaya tek bir amaç için geldik vazifemiz kulluk. Onuda hakkıyla yerine getirip vereninde alanında vahid olan Allah’ın olduğu bilinciyle yaşarsak bu dünyada ne kaybedersek kaybedelim hiç bir şey bizi üzmez yeterki teslimiyet ipine sıkı sarılalım o zaman kayıptan çok kazananlardan oluruz.
Ankebut süresinde de buyurulduğu üzere ;
﴾57﴿
Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.
﴾58-59﴿
İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanları -hiç şüpheniz olmasın- içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetteki köşklere yerleştireceğiz; sıkıntılara katlanan, yalnız Allah’a dayanıp güvenerek işlerini gerektiği gibi yapanlara ne güzel karşılık!
Rabbim hepimizi hakiki manada iman edip yaşayıp yaşatan kullarından etsin. Sağlıklı, imanlı, güzel günlere sevgili okur.
Sedanur Doğar