Hissettiğim bir çok duyguyu bir insanın kaleme alıp benim okumam ruhuma- vicdanıma ne kadar iyi geldi. Benim için bu sene okuduğum en iyi kitaplar arasında “ölü evinden anılar”. Dostoyevski ruhuma yakın hissettiğim yazarlardan. O yüzden yazdığı her satır beni çok fazlasıyla etkiliyor. Kısaca size romandan bahsedeyim . . .
“Duuur!” emriyle idam mangası indirdi namlularını aşağı. Yüce Çar Hazretleri’nin cezayı hafiflettiğini söylediler. Ne yücelik ama son saniyeye bırakılan! Bir idam mahkumunun son anlarında hissettiklerini meşhur “Budala”sında tek tek anlatacaktı Dostoyevski. O yüzden biz o hafifletilen cezaya dönelim, kürek mahkumiyetine. Sürgünde geçen hikâyelerinde “ölüler evinden anılar” kitabında yazmıştır Dostoyevski. Kitapda Dostoyevski insanları o kadar güzel analiz etmiş ki sürgündeki insan karekterleri içinize kadar işliyor. Ne kadar güzel ifade etmiş; “Kitaplardan okuyarak veya düşünerek, gözlem yaparak varmadım ben bu sonuca. Gerçekleri yaşadım, öğrendiklerimi doğrulamak için de çok zamanım vardı.” Ne yazdıysa yaşadı, ne yaşadıysa yazdı. Gerçeklerin fotoğrafını çekmedi, fotoğrafın içinde yer aldı. Dört sene; dile kolay, çekene zor. Bulunduğu yerden duvarın ötesi bir hayaldi, gerçekler ise kendi tarafındaydı. Dört sene boyunca her gün öldü ama mezarında bile yalnız kalamadı. En çok da yalnızlığı özledi. Bu özlemle prangalar eskitti. Pranga onun ayağındaydı, terbiye ediciler! ise kendi zihinlerine geçirmişlerdi