BİR KONUDA TAKILI KALMA:
Gün içerisinde yaptığınız işleri, kurduğunuz cümleleri, dinlediğiniz şarkıları, iyiden iyiye gözden geçirin desem, elbette ilk fark edeceğiniz şey, kimi konularda, bazı cümlelerde, takılı kaldığınız gerçeği olacak, bu bazen günlerle sınırlanmayıp, aylara hatta kimi zaman yıllara kadar uzanabilen, sorun niteliğinde bir durum.
İçimize dert olan bazı konuları temelli çözüme kavuşturamadığımızdan mütevellit ister istemez “Keşke yapmasaydı, gidebilirdim, alsa mıydım, alacağım” gibi söylemler eşliğinde çok sık belli etmekteyiz, tabi ki tek sebebi içimizde ukde kalması da değil, bazen bu durumlarda takılı kalma sebebimiz, o konudan rahatsız olmamız olabiliyor.
Konudan haberdar olan lakin hiç konuşmadığımız birisinin yanına gittiğimizde ise ona konuyla alakalı üstü kapalı cümleler kurup, bir nevi içimizde kalanları kendisiyle konuşup, kendimizi, yer yer vicdanımızı, rahatlatmak istiyoruz.
Eski bir ortak arkadaş hakkında edilen sohbetler, geçmiş zamandaki ilişkiler, zamanında alınmış ancak sonrasında vazgeçilmiş kararlar, bunları veyahut şu an aklıma gelmeyen diğer konuları, insanın içine dert olan ve bir dostunun yanına geldiğinde daha çok ortaya çıkan meseleler olarak söyleyebilirim.
Takılı kalınmaların bazı farklı sebepleri de olabiliyor hiç şüphesiz, onlara da bir göz atalım.
KISKANÇLIK:
Kıskançlığın konuyla ilişkisine girmeden evvel ben adına kıskançlık denilen duyguyu biraz tarif etmek istiyorum sizlere.
Kıskançlık duygusu hakkında bilimsel araştırmalar yapılabilir, düzinelerce roman yazılabilir, şiirlerin ve denemelerinse haddi hesabı olamaz, seven sevdiğini başkasına gülerken görmeyi asla ummaz, kıskanmak, hoşlantı duygusunun bariz belirtilerinden birisi, insanın içini kurcalayan, şüphelerin gerçeğe dönüşme ihtimalinin bile korkuttuğu ilişki sürecinde, insanın yeniden çocuk olmasına sebep olan bir duygudur kıskançlık.
Hem, seven çocuklaşır, ilk kıskananlar da genelde çocuklardır, tanışılan yaşlar ufaktır, bir oyuncak görürdük, bizim olmayışı canımızı acıtırdı, eleştiri yağmuruna tutardık o yaşlarda o oyuncağı, sahibi bize kırılırdı. Çok tatlı çocuklardık, masumca kıskanırdık sahip olmadıklarımızı, güzel kıyafetler bizim değilse beğenmemiş rolü yapmayı görev edinirdik kendimize, güzelim Barbie bebeklerimiz, oyuncak askerlerimiz olurdu tabi bizim de.
Onları severdik, bağrımıza basardık, kimseciklere vermek istemezdik, daha o yaşlarda bile başkalarının güzelliklerini beğenmez, kendi kıymetlilerimizi ise kimseyle paylaşmak istemezdik.
Çocukluktan kalan bir duygu işte bize kıskançlık, büyürken en çokta o duyguyu hissettik, devamında oyuncaklara veda yaşımız geldiğinde artık ortaokul, lise çağlarımızdı.
Dostluklar kurduk, sevgilimiz oldu keza, bu kez de onları kıskanmaya başladık, geri döndü kıskançlık duygusu bize, bu kez imrendiğimizden ziyade kaybetmeye korktuğumuzdan dolayı kıskandık sevdiklerimizi, hep biraz daha temkinli, titrek ve bir o kadar da güçlü duruşumuzun ardında dağ olan, bize yer yer sahiden saçma sapan şeyler yaptıran kıskançlığımız.
Zaman zaman insanın başına bela olsa da kıskançlık duygusu kesinlikle kötü olarak görülmesi gereken bir duygu değildir, zira insan sevdiğini kıskanır, değer verdiğini kıskanır “Kıskanan kişinin özgüven sorunları vardır” diyenlereyse bu hayatta en sevdikleri oyuncağı şimdi gidip bir çocuğa, kalıcı olarak vermek isterler mi yoksa bir süre sonra elinden almayı düşünürler mi diye sormak istiyorum şahsen, daha bir oyuncağı bile kıskanacak, bu satırları okurken gerilecek düzeyde yakınız kıskançlık hissiyatına, boş yere kendimizi avutmayalım, kıskananlar özgüvensizdir diye, şayet böyle bir şey olsaydı aşırı özgüvensizlik sebebiyle bir çok ilişkiye henüz başından veda edilirdi.
Kıskançlığı insanın özgürlüğüne karışılmayacak radde de tutup onun da tadını çıkartabilmek, aşkın tazeliğini koruyabilmek her partnerin görevi.
Kimse kendini bir hayvan edasıyla tasma takacak derecede ki toksik bir ilişkiye mahkûm etmeyi istemez.
Peki kıskançlık, bahsetme duygusunun neresinde kalıyor tam olarak?
KISKANÇLIĞI TİSKİNTİYLE YANSITMAK:
Dikkat edin, çevrenizde muhakkak bu tip insanları göreceksiniz, bir arkadaşınız hakkında, bir sebebi olmaksızın aşırı düzeyde negatif duyguları olan, bu duyguların önüne bir tiksinti barikatı çekip, kıskanmıyormuş da yalnızca tiksiniyor ve katlanamıyormuş gibi bir tavır sergilerler.
Hayattaki ilk felsefeleri, iyi olanlar kendi yanlarında olmadığı sürece onlara çamur atmaktan ibarettir, sevdiği arkadaşları yalnızca onları her daim destekleyen ve karşıt fikir getirmeyenlerdir.
Böyleleri işin sonunda kaybedecek duruma kadar düşebilir, hatta çoğu zaman dostlarının bir kısımlarını kaybederler, ilişki tarafında da kolay kolay yüzleri gülmez zira Sezar’ın hakkını Sezar’a veremeyen bir insanın toplum içerisinde pekte sıcak karşılanacağını sanırım kimse düşünemez, tabi o insanlardan biri bizzat kendisi değilse.
Bir yerden sonra kıskançlığı tiksinti ile belirtmek bile onları kesmez, sürekli her sohbet sırasında “Bak şu şöyle bir şey yapmıştı hatırlıyor musun? Tam bir ezik ya” diye kendi çaplarında eğlenip, geceleri veyahut bir sahil kenarında inziva turu attıkları esnada, görüşülen zaman ki ortak resimlerine bakıp içten içe isimsiz bir pişmanlık duyarlar.
Peki tamam, artık elimizde bolca pişmanlık var da sırf yanlış anlaşılmamak, utangaçlığı kıramamak, kendimizi açamamak gibi sebeplerle kaybettiğimiz insanların da haddi hesabı yok, unutmayalım.
Yoksa yalnızca eski bir fotoğraf karesinde yer alan iki arkadaştan ibaret sandığımız insanla, aslında Romeo ve Juliet’in başka evrendeki platonik birer yansıması olduğumuz gerçeğini fark ettiğimizde her şey için çok geç olur, mevzubahis fotoğraf karesine hapsolmak ister yaralı kalbimiz.
Tabi Elbette hoşlantının yanı sıra sadece içi loş bir özentilikten ibaret de olabilir bu kıskançlık, durum her ne olursa olsun insan kendisine öyle geç açar ki geri dönüş yolunu çoktan kaçırmış olur o farkındalık anında.
DERİN BELİRTİŞLER:
Tahmin edilenin aksine her belirtiş, anlık gelişmez, kimisi insanın içinde birikir, taşacak düzeye gelir, insan ise onu bir süre tutar, zihninin en ücra köşesinde muhafaza eder, bozulsun istemez, merak olarak kalmasını da tercih etmez, çözülmesi gerekiyordur ve çözmeyi istiyordur, biraz bekler, bir süre bekler, hatta uzun bir süre bekler, zamanı geldiğindeyse doğrudan konuyla ilgisi olan kişiye içinde biriken, sıkışıp nefesini daraltan cümleleri kusuverir, karşı tarafı dumura uğratır.
Birikintilerle birlikte yaşarken ne kadar da zorlanır insan, kaç günü yalnızca o düşünceye cevap kurarak geçirmiştir kim bilir, kaç farklı senaryo kurmuştur kafasında, kaç defa yaşamıştır farkındalık duygusunu.
Yalanın gerçeğin kıyafetlerini giyerek onu kuyuya kaderine terk ettiği gibi, birikmiş cümleler de konu açığa kavuşurken heyecanını kaybeder, zira çoğu zaman asıl olan cevap, beklentiler havuzunu kapatmaya yetmez, eksik parçaları yerine oturtamaz, kişi o anda kendini tam anlamıyla tatmin etmesi gerektiğini düşünüp beklentilerinin peşinden gidebildiğince gitmek ister, beklentiler arşa çıktığı içinse hiçbir cevap, yapbozun kayıp parçası olamaz, havuzun suyu hep eksiktir.
Uzun lafın kısası bazı beklentiler, cevap istediği için değil, yalnızca bir beklentiden ibaret kalması için var.
Çünkü gerçek olamayacak kadar farklı ve kim bilir belki de çok güzel olan başka bir dünyaya aitler.