Ey İsa! Yüce İsa… Milatta nasıl insanlar seni anlamadıysa; şu an, şu zaman diliminde de ruhum anlaşılmıyor! Sen, Tanrı’yı aradın, anlattın lâkin kavmin seni yok saydı, suçladı ve seni çarmıha gerdiyse ve senin idamını istediler ise; benim çarmıha gerilmem olağan bir şey değil mi? Ey İsa! Bizi “insanlık” çarmıha gerdi ve ölüme terk etti. Ah “insanlık” ne istediniz bizden? Niçin astınız, kestiniz, yok etmeye çalıştınız? Ey “insanlık!” yok oluştasınız, bir kayboluşta! Terk ediştesiniz! Kulaklarınız sağır, gözleriniz kör lâkin bencilliğiniz her daim açık! Ey insanlık! Ne zaman duyacaksınız sesimizi,ne zaman göreceksiniz bizi? Ve ne zaman anlayacaksınız size her seferinde fısıldadığımız mucizeleri…
Ve ruhum, sesini sağır olmuş insanlığa duyurmaya çalışan aciz ruhum… Ve o hissiyat; ruhuma, bedenime sinen bir boşvermişlik bir berduşluk… Gözlerim size neler oldu öyle? Siz ki umut ışığı ile dolu olurdunuz! Şimdi değişen nedir? Ey insanlık! Umudunu kaybetmiş,yorgun ve bitap haldeyim! Peki o sahte ve şefkâti sönmüş gülümsememe ne demeli? Neler oluyor sana ruhum? Nereden geliyor bu kayboluş? Sen tutunamamışsın! Sen köhne yerde ki yıkık dökük harabe bir ev olmuşsun! Korkutma beni ruhum! Kozmoslara mı ayrılmak istiyorsun? Ya da vaftiz mi edilmek? Ya da “hiçlik”de kaybolmak mı? Söyle bana ruhum; seni kaybedemem! Umuda tutunmak vakti gelmişse fısılda bana; sımsıkı sararım o vakit umudu… Ve kırılır hiçliğin kemiği!