Eskiden, Cumhuriyet Halk Partisi ve ona destek veren kitleler “seçkinci” ve jakobenistler diye yaftalanırdı.
İşte, Cumhuriyet Halk Partisinin ve tabanının “Beyaz Türkler” olduğu, yine son dönemlerde Adalet ve Kalkınma Partisine oy verenler ise “Esmer Türkler” olduğu…
Beyaz Türklerin; Esmer Türklerden hazzetmediği, hoşlanmadığı ve “ülkemizi” paylaşmak istemedikleri öne sürülürdü.
Kabaca, Türkiye’de siyaset ekseni merkez–çevre şeklinde konumlanmış ve kentlerde yaşamlarını sürdüren iyi eğitimli ve varsıl kesimler, hem siyasete hem de ekonomiye “yön verirler”, yine iktisadî artıktan da en fazla payı alan kitle olurlardı.
Sağ eksende konumlanmış partilerin ve sağ popülist ideolojinin düşüncelerine ram olmuş sessiz çoğunlukların, kendilerince bu ayrıcalıklı bir yerde bulunan toplumun aydın- varlıklı kesimini hep erişilecek mevkiilerde görmeleri… Bu kitleyle ortak bir nokta bulamamaları…
Siyasal hayatın keskin bir biçimde ayrışmasına neden olmuştur. Türkiye’mizin, her ülkenin olduğu gibi düşman devlet ve tehdit algılamaları olmuş ve buna göre de “milli güvenlik” politikaları yürütmüştür.
Ama, yıllardır süregelen iç çekişmeler, toplumun bir kesiminin diğer bir kesimini kabullenememesi, onları “yabancılaştırması”, kendi yaşam tarzlarından uzak görmesi, sürekli bir “hayat tarzı” endişesini topluma empoze etmeleri, ülkemizin yıllarca sürecek iç düşman üretimine de olanak sağlamıştır.
Gelmek istediğim husus…
Evet, daha önceleri tek parti iktidarı olmanın verdiği bir şımarıklıktan ötürü ülkemizde bir dengesizlik olmuş olabilir; toplumun bir kesimi kent yaşamından uzak tutularak dışlanmış olabilir.
2002 yılından beri dışlanmışların merkeze sessiz ve derinden yerleşmelerine şahitlik yapıyoruz.
Meramımı bir türlü anlatamadım. 1945’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisinin tek parti olmasının verdiği yılgınlık, baskı, tahakküm, dışlanma duygu durumları, bu sefer 2002’den beri AK Parti dönemlerinde yaşanmakta.
Cumhuriyet Halk Partisinin son İstanbul seçimi ve genel olarak ifade edecek olursak “mahalli seçimlerde” sıçrama yapışı, siyasal etkinliğini ve ağırlığını “görece” arttırması, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bazı cenahlarda rahatsızlığa neden olmakta.
Hâlâ, CHP seçmenini tuhaf bir şekilde karalama, yaftalama kampanyası sürdürülmekte. Yok neymiş, daha önceleri, AK Partiye oy verenler “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan” vb. şekilde isimlendilirdi.
Şu son İstanbul Seçimleri her şeyi açık seçik göstermekteymiş: Yine muktedirler “eski hastalıklarına” tutulmuşlar!
Vallahi ben, bu iktidar hastalığına yakalanmış yazar-çizer tayfasını anlayamıyorum. Şu son senelerde kimin “nobranlaştığı”, kimin diğerlerine kendileri gibi olmadıkları için ikinci sınıf insan gibi muamele yaptığı ortada.
Türkiye’de “iktidarın” değiştiğinin farkında değiller. Artık ülkemizde ileri demokrasi var. Yeni Türkiye inşa ediliyor. Biraz daha insafla yazmalarını bekleyeceğiz ama nafile.
“Ötekileştirme” de…
“Yabancılaştırma” da…
Muhalif kesimlere uygulanan bir siyaset aracı oldu. Türkiye’de hep tekrar ettiğim bir şey var: Normalleşme… Yönetilebilir bir ülke!
Evet, ne demişti Sayın Erdoğan: “Kızgın demiri soğutmak”. Ama, bu sadece kendileri gibi olmayanlardan beklenecek bir davranış değil. Bir de artık bazı şeyler topluma “lütuf” şeklinde empoze edildiğinde, karşılık bulması zor. Neden hep diyoruz, “Birlikte Türkiye” diye… Çünkü, gerçekten de eğer içimizdeki “kısır” hesaplaşmaları bırakmaz isek, sürgit birbirimizi “düşman” ya da “vatan haini” ilan edersek…
Ne doğru düzgün küresel gelişmeleri okuyabiliriz ne de bölgesel değişimleri. Doğu Akdeniz’de bir şeyler oluyor. Gel gelelim Suriye ve Irak, zaten senelerdir istikrarsızlıktan ötürü hem bölgeye hem de ülkemize negatif etkilere neden olmakta.
Uzatmayayım…
Artık zaman takkeyi öne alıp tefekkür etme zamanıdır.